Otorite, iktidar ve meşruiyet ile birlikte siyaset biliminin temel kavramlarındandır ve siyasal süreçleri açıklamada/anlamada bu kavram seti diğer kavramlara nazaran merkezi bir konum teşkil ederler. Bu kavramlarla gündelik siyasete ilişkin bazı sorular sorulabilir: Bir hükümetin Boğaza üçüncü köprü yapmak için iktidarı var mıdır? Peki hükümetin köprüyü yapmak için otoritesi var mıdır? Ya da hükümetin köprüyü yapması meşru mudur? Bu sorular birbiri ile ilişkili olmakla birlikte aynı cevabı içermezler. Tersten cevaplamaya başlayalım; varsayalım ki hükümetin köprü yapması meşrudur, ama köprüyü yapmak için otoriteye ve iktidara sahip olması gerekir. Düzden cevaplayalım; hükümetin köprüyü yapmaya iktidarı olduğunu varsayalım, aynı zamanda otoriteye ve meşruiyete sahip olması gerekir. Ortadaki sorudan da cevaplamaya başlayın yine aynı sonuçla karşılaşırsınız. İktidar, otorite ve meşruiyet zorunlu olarak birbirini içermezler.
Siyaset ve Otorite
Aslında siyasetin iktidar hakkında olduğu doğrudur. İktidara kimin sahip olduğu/olabileceği, onun nasıl kullanıldığı/kullanılması gerektiği ve hangi ilkelere göre uygulandığı/uygulanması gerektiği siyaset biliminde temel tartışma ve ayrışma noktalarını oluşturur. Otorite ise, iktidarın sahip olduğunu düşündüğü ya da sahip olduğu düşünülen bir haktır; oysaki gerçekte otorite, baskı ve zora başvurmadan itaatin ortaya çıkışına bağlıdır ve bu anlamıyla her iktidar kendiliğinden otoriteye tahvil edilemez ya da ona sahip değildir. Siyaset açısından düşünüldüğünde bu mesele meşruiyet sorununa işaret eder. Basitçe söylersek, iktidarı haklı bir otoriteye dönüştüren, yönetilenler açısından iktidarın otoritesinin kabulünü sağlayan meşruiyettir.
Otoritenin günlük dildeki kullanımı ile siyasal alandaki otoriteyi birbirine karıştırmamak gerekir. Gündelik deneyimde insanlar otorite kelimesini bir kişinin uzmanlığının, işbilirliğinin ve yeteneklerinin tanınmasını ifade eden bir anlamda kullanır. Bir terziye söküğümüzü diktirmeye gittiğimizde terzinin otoritesini tanımış oluruz. Ne terzi bizim söküğümüzü zorla dikmek istemiştir ne de her söküğü olan terziye gitmek zorundadır, yani terzi ile aramızda iktidar ilişkisi yoktur. Ya da bizim terziye gidip gitmemizin meşru olup olmadığı tartışılmaz. Bahsi geçen anlamıyla otorite kavramının siyasal otorite kavramı ile arasında, siyasal olanın iktidar ve meşruiyet ile birlikte düşünülmesi gerektiği için, farklılık bulunur.
Arendt, yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkiyi formüle etmeye çalışan Platon’un iktidarı otoritesini haklı çıkarabilmek için sürü ile çobanı, doktor ile hastaları vb. örnek gösterdiğini ve uzmanlık/ustalık bilgisinin rıza almaya yeteceğini düşündüğünü belirtir. Bu anlamıyla yönetilenin yönetene itaatinin sağlanması için gerekli olan zorlamanın şiddetten arınmış şekilde ortaya çıkacağı varsayılır. “Zorlayıcılık unsurunun bizatihi ilişkinin kendisinde ve buyruğun öncesinde yer aldığı bir ilişki türü arıyordu Platon” (s.150)”. Yunan felsefesi kavramı adını koyarak tartışamamış, kavramının adı konularak tartışıldığı dönem Roma dönemi olmuştur. Romalılar iktidarı şimdiye ilişkin bir güç olarak tanımlarken otoritenin köklerini gelenek tarafından kurulan geçmişe/kuruluşa/başlangıca yerleştirmiştir. Sonrasında Kilisenin ortaya çıkışı ve kurumlaşması ile birlikte din de otoritenin parçası ve kaynaklarından biri haline gelmiştir. Aydınlanma’nın ortaya çıkışına kadar otorite, gelenek ve din üçlüsü birlikte anılır olmuştur. Makyavel’in başlattığı tartışma ile otoritenin ve iktidarın kaynağının artık insanın dışında olmadığının farkına varılmış ve “insani bir arada yaşama durumundan kaynaklanan temel sorunlar”ın siyasal olarak yeniden düşünülmesine başlanmıştır.
Otorite ve Özgürlük
Liberal ve muhafazakar düşünürler otorite sorununu özellikle 19. yüzyıldan itibaren siyasal alanda özgürlük problemi ile birlikte ele almaya başlamışlardır. “Modern dünyada artık ‘otorite’ diye bir şeyin varlığından söz edemeyecek olmamızdan” yakınan Arendt liberal ve muhafazakar düşüncenin otorite konusunda “aynı paranın iki yüzünü oluşturduklarını” belirtir. Liberaller otoriter yönetimi özgürlükleri kısıtlaması sebebiyle mahkûm ederken, muhafazakarlar da otoritenin düşüşünü özgürlüğün sınırsız hale gelmesi ile kendi yıkımını ortaya çıktığı, Hobbes’un insanın insanın kurdu olduğu doğa durumunu hatırlatan bir kıyamet süreci olarak tanımlar.
Arendt bu kapsamda otoritenin iktidar ile eş tutulmasına dair yanlışa dikkat çeker. Arendt’e göre “otorite, her zaman kendisine itaat edilmesini istediği için, genellikle belli iktidar ya da şiddet biçimleriyle karıştırılmaktadır. Ne var ki, … , zorun geçerli olduğu yerde otorite de iflas etmiştir (s.129)”. Otoriter ilişki, ortak bir akıla ve buyuranın gücüne dayanmayan içsel bir ilişkidir ve karşılıklı iki tarafça da haklı ve meşru görülen bir hiyerarşiye işaret eder. Liberaller otoriteyi iktidar ile bir tutup özgürlüğün karşısına koyar, muhafazakârlar ise iktidarın varlığını otorite ve özgürlüğün kendisi ile bir tutar, otoritenin özgürlüğün garantisi olduğunu iddia ederler. Oysa yaşadığı dönemde otorite ve özgürlüğün düşüşünün aynı anda yaşandığını düşünen Arendt için otorite ve onun getirdiği geleneksel değer ve normlar özgürlüğün ilga edildiği totaliter yönetimlerin önündeki engeldir. Liberaller otoriter yönetimlerin “özgürlüğü ancak sınırlamakla yetindiğini dolayısıyla özgürlükle olan bağlarını muhafaza ettiğini görememektedirler (s.134)”. Muhafazakarlar ise otoritenin olmadığı her yerde özgürlüğün yok olduğunu düşünürler. Bu kapsamda her iki düşünce biçimi de otoriterlik ve totaliterlik arasındaki farkı gözden kaçırır.
Otoriter Yönetim
Yukarıda yapılan otorite tanımları ve kavrama ilişkin tarihsel bilgiler diğer yönetim biçimlerinden ayırmamız gereken otoriter yönetimin özelliklerine dair bazı unsurlar içerir. Her şeyden önce hiyerarşik yapısıyla otoriter yönetim biçimi diğer yönetim biçimleri arasında en az eşitlikçi olanıdır. Dahası her ne kadar özgürlüklerin ilgası anlamına gelmese de özgürlüklerin sınırlandığı bir yönetim biçimidir. Ve aynı zamanda otoriter yönetim siyasal alana din ve geleneğin yeniden çağrıldığı bir yönetimi ifade eder. Arendt’in otorite ve özgürlüğün yitirilmesine dair karamsar modern dönem saptamasının karşısına içinde yaşadığımız dönemin siyasal iktidarın ve otoritenin artık insanın ürünü olduğunun kavrandığı ve yeni bir başlangıca işaret edildiği iddiası ile çıkarak siyasal olanı yeniden düşünmenin mümkün olduğunu öner sürebiliriz.
Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek Arasında, Çeviri: Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, 2012.
Siyaset ve Otorite
Aslında siyasetin iktidar hakkında olduğu doğrudur. İktidara kimin sahip olduğu/olabileceği, onun nasıl kullanıldığı/kullanılması gerektiği ve hangi ilkelere göre uygulandığı/uygulanması gerektiği siyaset biliminde temel tartışma ve ayrışma noktalarını oluşturur. Otorite ise, iktidarın sahip olduğunu düşündüğü ya da sahip olduğu düşünülen bir haktır; oysaki gerçekte otorite, baskı ve zora başvurmadan itaatin ortaya çıkışına bağlıdır ve bu anlamıyla her iktidar kendiliğinden otoriteye tahvil edilemez ya da ona sahip değildir. Siyaset açısından düşünüldüğünde bu mesele meşruiyet sorununa işaret eder. Basitçe söylersek, iktidarı haklı bir otoriteye dönüştüren, yönetilenler açısından iktidarın otoritesinin kabulünü sağlayan meşruiyettir.
Otoritenin günlük dildeki kullanımı ile siyasal alandaki otoriteyi birbirine karıştırmamak gerekir. Gündelik deneyimde insanlar otorite kelimesini bir kişinin uzmanlığının, işbilirliğinin ve yeteneklerinin tanınmasını ifade eden bir anlamda kullanır. Bir terziye söküğümüzü diktirmeye gittiğimizde terzinin otoritesini tanımış oluruz. Ne terzi bizim söküğümüzü zorla dikmek istemiştir ne de her söküğü olan terziye gitmek zorundadır, yani terzi ile aramızda iktidar ilişkisi yoktur. Ya da bizim terziye gidip gitmemizin meşru olup olmadığı tartışılmaz. Bahsi geçen anlamıyla otorite kavramının siyasal otorite kavramı ile arasında, siyasal olanın iktidar ve meşruiyet ile birlikte düşünülmesi gerektiği için, farklılık bulunur.
Arendt, yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkiyi formüle etmeye çalışan Platon’un iktidarı otoritesini haklı çıkarabilmek için sürü ile çobanı, doktor ile hastaları vb. örnek gösterdiğini ve uzmanlık/ustalık bilgisinin rıza almaya yeteceğini düşündüğünü belirtir. Bu anlamıyla yönetilenin yönetene itaatinin sağlanması için gerekli olan zorlamanın şiddetten arınmış şekilde ortaya çıkacağı varsayılır. “Zorlayıcılık unsurunun bizatihi ilişkinin kendisinde ve buyruğun öncesinde yer aldığı bir ilişki türü arıyordu Platon” (s.150)”. Yunan felsefesi kavramı adını koyarak tartışamamış, kavramının adı konularak tartışıldığı dönem Roma dönemi olmuştur. Romalılar iktidarı şimdiye ilişkin bir güç olarak tanımlarken otoritenin köklerini gelenek tarafından kurulan geçmişe/kuruluşa/başlangıca yerleştirmiştir. Sonrasında Kilisenin ortaya çıkışı ve kurumlaşması ile birlikte din de otoritenin parçası ve kaynaklarından biri haline gelmiştir. Aydınlanma’nın ortaya çıkışına kadar otorite, gelenek ve din üçlüsü birlikte anılır olmuştur. Makyavel’in başlattığı tartışma ile otoritenin ve iktidarın kaynağının artık insanın dışında olmadığının farkına varılmış ve “insani bir arada yaşama durumundan kaynaklanan temel sorunlar”ın siyasal olarak yeniden düşünülmesine başlanmıştır.
Otorite ve Özgürlük
Liberal ve muhafazakar düşünürler otorite sorununu özellikle 19. yüzyıldan itibaren siyasal alanda özgürlük problemi ile birlikte ele almaya başlamışlardır. “Modern dünyada artık ‘otorite’ diye bir şeyin varlığından söz edemeyecek olmamızdan” yakınan Arendt liberal ve muhafazakar düşüncenin otorite konusunda “aynı paranın iki yüzünü oluşturduklarını” belirtir. Liberaller otoriter yönetimi özgürlükleri kısıtlaması sebebiyle mahkûm ederken, muhafazakarlar da otoritenin düşüşünü özgürlüğün sınırsız hale gelmesi ile kendi yıkımını ortaya çıktığı, Hobbes’un insanın insanın kurdu olduğu doğa durumunu hatırlatan bir kıyamet süreci olarak tanımlar.
Arendt bu kapsamda otoritenin iktidar ile eş tutulmasına dair yanlışa dikkat çeker. Arendt’e göre “otorite, her zaman kendisine itaat edilmesini istediği için, genellikle belli iktidar ya da şiddet biçimleriyle karıştırılmaktadır. Ne var ki, … , zorun geçerli olduğu yerde otorite de iflas etmiştir (s.129)”. Otoriter ilişki, ortak bir akıla ve buyuranın gücüne dayanmayan içsel bir ilişkidir ve karşılıklı iki tarafça da haklı ve meşru görülen bir hiyerarşiye işaret eder. Liberaller otoriteyi iktidar ile bir tutup özgürlüğün karşısına koyar, muhafazakârlar ise iktidarın varlığını otorite ve özgürlüğün kendisi ile bir tutar, otoritenin özgürlüğün garantisi olduğunu iddia ederler. Oysa yaşadığı dönemde otorite ve özgürlüğün düşüşünün aynı anda yaşandığını düşünen Arendt için otorite ve onun getirdiği geleneksel değer ve normlar özgürlüğün ilga edildiği totaliter yönetimlerin önündeki engeldir. Liberaller otoriter yönetimlerin “özgürlüğü ancak sınırlamakla yetindiğini dolayısıyla özgürlükle olan bağlarını muhafaza ettiğini görememektedirler (s.134)”. Muhafazakarlar ise otoritenin olmadığı her yerde özgürlüğün yok olduğunu düşünürler. Bu kapsamda her iki düşünce biçimi de otoriterlik ve totaliterlik arasındaki farkı gözden kaçırır.
Otoriter Yönetim
Yukarıda yapılan otorite tanımları ve kavrama ilişkin tarihsel bilgiler diğer yönetim biçimlerinden ayırmamız gereken otoriter yönetimin özelliklerine dair bazı unsurlar içerir. Her şeyden önce hiyerarşik yapısıyla otoriter yönetim biçimi diğer yönetim biçimleri arasında en az eşitlikçi olanıdır. Dahası her ne kadar özgürlüklerin ilgası anlamına gelmese de özgürlüklerin sınırlandığı bir yönetim biçimidir. Ve aynı zamanda otoriter yönetim siyasal alana din ve geleneğin yeniden çağrıldığı bir yönetimi ifade eder. Arendt’in otorite ve özgürlüğün yitirilmesine dair karamsar modern dönem saptamasının karşısına içinde yaşadığımız dönemin siyasal iktidarın ve otoritenin artık insanın ürünü olduğunun kavrandığı ve yeni bir başlangıca işaret edildiği iddiası ile çıkarak siyasal olanı yeniden düşünmenin mümkün olduğunu öner sürebiliriz.
Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek Arasında, Çeviri: Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, 2012.
0 yorum:
Yorum Gönder