Geçtiğimiz ay Ayrıntı Yayınları’ndan, yayıncılık dünyasını zehir zemberek eleştiri yağmuruna tutan bir kitap yayımlandı: Okumadığınız İçin Teşekkürler.
Hırvat yazar Dubravka Ugresiç, eski Yugoslavya’da doğmuş. Ülkesinin parçalanmasından duyduğu derin üzüntüye milliyetçilik ve savaş karşıtlığı nedeniyle üzerine yapıştırılan vatan haini etiketi de eklenince doğduğu toprakları terk ederek sürgün yazarlar kervanına katılmış. Dünya trajik şakalardan hoşlanan bir gezegen. Şöyle ki bir yazar ülkesindeki milliyetçilikten sıkılıp ülkesini ter ettiği anda hiç olmadığı kadar o ülkenin bir parçası olur. Hırvat milliyetçiliğine kızıp Hırvatistan’ı terk edebilirsiniz ama bunu yaptığınız anda nereye giderseniz gidin artık bir Hırvat yazarsınızdır.
Onu daha fazla kızdırmamak için bir daha Hırvat yazar demeyi keselim ve kitaba dönelim. Ugresiç yeterince kızgın zaten. Onu kızdıran şeylere şöyle bir göz atalım hemen: Eleştirmenlik mesleğinin tarihe karışmasına ve kitap tanıtım yazılarına kızgın Ugresiç, zira gitgide genişlemiş arka kapak yazılarına dönüşen kitap tanıtım yazılarındaki şu ifadeler deli ediyor onu: “Bu kitap Beckett ve Dumas’nın patlamaya hazır bir karışımı”, “Kafka değerinde”, “Proust bile kıskanırdı…” Bu abartılı övgülere mazhar olan yazarlar skalası ise tam anlamıyla tüy dikiyor duruma. Kimler mi bu yazarlar? Emektar futbolcular ve generaller, başbakanlar ve karıları, mankenler ve seks işçileri, film yıldızları, aşçılar, rahipler, avukatlar, on iki yaşındaki çocuklar. Kitapçılar süpermarketlere dönüşürken, yazarlar da Hollywood starları gibi şuh pozlar veriyorlar.
Edebiyat kaybedenlerin, ötekilerin sesini duyurduğu bir platform olagelmiştir. Günümüzde ise hemen herkesin yazar olarak ortaya çıkması, edebi bir kakafoni yaratmış ve bireysel sesin daha az duyulmasına neden olmuştur. İdeolojilerin yok olması ile piyasanın kendisi bir ideoloji haline gelmiş ve “iş dünyası” dünyanın kendisi olmuştur: “Ciddi editörler ciddiyetlerini koruyamayacak kadar sık işlerini kaybediyorlar, edebiyat artık prestijli bir çalışma alanı değil ve kitaplar ‘iş yapabilecekler’ ve ‘iş yapamayacaklar’ olarak iki gruba ayrılıyor çünkü kitaplar sadece yayın endüstrisinin malları.”
Bu iç karartıcı duruma bakarak umutsuz bir öngörüde bulunuyor Ugresiç: “Yakın gelecekte üniversiteler edebiyat tarihi derslerinin yanı sıra edebiyat pazarlama dersleri vermeye başlarsa şaşırmayacağım. Tarot kartları gelecekte edebiyat olmayacağını söylüyor…”
Buradaki temel mesele sadece edebiyatın canına okunması değil, edebiyattan yola çıkarak günümüz insanının içinde bulunduğu duruma eleştirel bir bakış atıyor Ugresiç. “Monolog kültürünün (ya da narsizmin) diyalog kültürünü sınırlara sürüklediği çelişkiden bağımsız olmaya meyilli bir kültürel çevrede yaşıyoruz. Özetle, herkes kendi mesajını dünyaya duyurmaya çalışıyor ve kendi reklamını yapmak toplumsal bir gelenek haline gelmiş durumda. Artık sanatsal ya da entelektüel bir eylem çoğunlukla sadece bir kendi reklamını yapma yöntemidir. Küresel piyasada böyle görünmediği zamanlarda bile hepimiz satıcıyız. Kendimizi satıyoruz.”
Okumadığınız İçin Teşekkürler’i okuyup bitirdiğim akşam televizyonda bir çok satar roman reklamına denk geldim. Güzel bir genç kadın, saten giysilerinin içinde, bakımlı elleriyle kitabı tutuyor ve şuh bir bakış atıyordu kameraya, falanca romanın, bilmem kaç milyon satan yazarından diyordu şuh, gizemli bir ses… Neil Postman’dan alıntılayarak şöyle yazıyor Ugresiç: “Orwell’i korkutan kitapları yasaklayacak olanlardı. Huxley’i korkutan şey ise kitap okuyacak kimse olmayacağı için, bir kitabı yasaklamak için de hiçbir neden olmaması ihtimaliydi. Orwell bizi bilgiden yoksun bırakacak olanlardan korkuyordu. Huxley bizi pasifliğin ve egoizmin kuyusunda bırakacak kadar çok şeyle besleyecek olanlardan korkuyordu. Orwell hakikatın bizden gizlenmesinden korkuyordu. Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. Kısacası Orwell nefret ettiğimiz şeyin, Huxley ise sevdiğimiz şeyin bize zarar vermesinden korkuyordu. Küreselleşme, neoliberalizm ve Amerikan popüler kültürü üçlüsünün yarattığı yozlaşma Huxley’i haklı çıkarıyor ne yazık.
Milan Kundera alaycı bir şekilde, dünyada kardeşlik kitsche le sağlanacak demişti. Bu noktada Bourdieu’dan alıntılıyor Ugresiç: “İnsanlar bir şeyi ilk kez gören ve sunanlar olmak için neredeyse her şeyi yapmaya hazırlar. Sonuçta herkes öne çıkma çabası içinde birbirinin taklidini yapıyor; herkes sonuçta aynı şeyi yapıyor. Farklı bir yerde özgünlüğe götüren farklılık arayışı, burada aynılığa ve banalliğe götürüyor.” Dikkat ediyor musunuz etrafta ne kadar çok TV yıldızı entelektüel var artık. Hepsi de sözde radikal, sözde put kırıcı. “Entelektüel palyaçoluk” sözleriyle özetliyor yaptıkları şeyi Ugresiç. “Medya, özellikle televizyon olayları eğlenceye dönüştürür ve bunun nedeni, bilginin değil eğlencenin kitle iletişiminin lokomotifine dönüşmüş olmasıdır.”
Yabancılaşma olgusunu masaya yatıran Ugresiç burada sürgünlükten söz açar: “İyi yazarlar nerede olurlarsa olsunlar sürgüne gönderildiklerini hissederler ve yalnızca kötü yazarlar kendilerini her yerde evlerinde hissederler.” Gombrowicz ise bu meseleyi tam da kendisinden beklenilecek şekilde boyutlandırır: “Anavatan mı? Her saygın yazar bu saygınlıktan ötürü kendi evinde bile yabancıydı. Okurlar mı? Onlar zaten hiçbir zaman okurlar için yazmadılar, her zaman onlara karşı yazdılar.”
Sürgün olmakta, tüm kahırlarına karşın, çekici bir yan vardır. Güzergah boyunca dahili ve harici keşifler yapmak gibi. Sahne değişikliğine özlem, sıradan insanın da tutkusu artık. Bu tutku turizmden sonra vekalet edici, hayali bir mimari ile dindirilmeye çalışılıyor. Tüketicilerin göçmenlere dönüştürüldüğü alışveriş merkezlerinden söz ediyor Ugresiç. Çünkü yirminci yüzyılın sonunda insan kendi kendisinin modern oyuncağı haline gelmiştir: “Ve kendini yaratmak ve yeniden yaratmakla, keşfetmek ve yeniden keşfetmekle meşgul etmektedir. Dolayısıyla bugün tüm muhteşem ütopyalar ve devrimler tek bir şeyde birleşmiştir: kişinin kendi bedeninde, kendi görüntüsünde ve kendi kişiliğinde devrim yaratması fikri.”
Parçalanmış bir Doğu bloku ülkesinden çıkıp, dünya sürgünlüğüne gönüllü yazılan Ugresiç güzergah boyu derlediği eleştirel fikirlerini paylaşıyor Okumadığınız İçin Teşekkürler adlı eserinde. Ugresiç’in itirazlarından referans yazarlar, çok satar yazarlar, çocuk yazarlar, fahişe yazarlar, sıkıntılı yazarlar, erkek yazarlar, ulusalcı yazarlar, cazibeli yazarlar paylarını fazlasıyla alıyorlar. Şu aralar popüler kültür ortamına, yayın dünyasına, kitap raflarına, kitapçılardaki şuh yazar pozlarına, kitap eklerindeki abartılı kitap pazarlama yazılarına bakıp gıcık olanlar, bir entelektüel dünya sürgününün duygudaşlığıyla avunmak adına Okumadığınız İçin Teşekkürler’i okuyabilirler.
OKUMADIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER, Dubravka Ugresiç, Ayrıntı Yayınları, 2014
0 yorum:
Yorum Gönder