Bazılarının zannettiği gibi emperyalizm 19. veya 20. yüzyılda bir anlama sahip olup, 21. yüzyılda yerini küreselleşmeye bırakmış, modası geçmiş bir kavram değildir. Emperyalizm, Lenin’in ifadesiyle çürüyen ve asalak kapitalizm olarak “üstyapıya” da tekabül eder (Lenin, Mart 1919). Georges Labica’ya göre Lenin’in kullandığı “üstyapı” ifadesi emperyalizmin hem üretim sürecine hem burjuvazinin siyasal faaliyetlerine hem de devlet biçimine gönderme yapar. Yani emperyalizm kavramını duyduğumuzda ekonomik süreçler kadar ulusal ve uluslararası ölçekteki siyasi gelişmeleri de bütünsellik içinde kavramamız gerektiği ortaya çıkar. Bu çerçevedeki maddeci bir perspektiften güncel gelişmelere baktığımızda olan biteni çözümlemek daha sağlıklı hale gelir. Tıpkı Hamide Yiğit’in derlediği “AKP’nin Suriye Savaşı” kitabında olduğu gibi.
Yiğit, yakın dönem Türkiye siyasi hayatını paralize eden proaktif dış siyasetin Suriye uğrağını alanında uzman çeşitli gazeteci-yazarların katkılarıyla belli bir hatta yerleştiriyor. Gündelik siyasi gelişmelerden dinsel mezhepsel gerilimlere, etnik yapıların siyasi denklemlerdeki yerinden Arap İsyanları’na ve coğrafyanın yeniden düzenlenmesine, petrol ve doğalgaz kaynaklarının öneminden emperyal devletlerin kaynaklarla ilgili hesaplamalarına geniş bir yelpazeyi okuyucuyla buluşturuyor. Kitabın ilk bölümünde Suriye’deki rejime yönelik uluslararası ve ulusal hareketliliğinin arkasındaki ekonomi-politik gerekçeler sıralanıyor. Hegemon devletlerin neden Suriye’ye dikkat kesildiğini enerji stratejileri üzerinden açıklanıyor. Kitabın ikinci bölümünde Suriye’deki kalkışmanın bölge sakinlerinin anlam dünyasını yıkan, gündelik yaşamlarında değerlerini itibarsızlaştıran İslamcı pratiklerine değiniliyor. Bu bölüm toplumsal yaşamın imhasının nasıl olduğunun anlatıldığı yazılardan oluşuyor. Kitabın son bölümünde ise ABD hegemonyasındaki değişim ve buna paralel olarak Türkiye’nin dış siyasetinin iflası, bölgesel stratejilerin ve “hayallerin” yıkılması inceleniyor.
Ancak biz Hamide Yiğit’in derlemesi aracılığıyla -her seferinde empoze edilmeye çalışılan- Suriye’deki İslamcı seksiyonların “demokratikleşme” ve “özgürleşme” eylemliliklerinin silik suretlerini belirginleştirmek istiyoruz. ABD, Avrupa devletleri ve Türkiye tarafından Esad’ın “Esed” olması süreciyle birlikte rejime karşı “özgürlük” mücadelesi verdiği iddia edilen İslamcı-cihatçı militer grupların bölgedeki tahakkümünü bazı örnekler üzerinden açacağız. Böylelikle Suriye’yi ve bölgeyi düzenleme operasyonundaki toplum tahayyüllerinin nasıl bir kara gerçekliğe sahip olduğunu da göreceğiz.
Lazkiye’de Boğaz Keserek “Devrim”
Suriyeli yazar Somer Sultan’a göre Lazkiye saldırısının arkasında mezhep temelli bir çatışmanın provası denenmiştir. Bölgenin coğrafi ve demografik özellikleri nedeniyle kozmopolit yaşama müsait oluşu, Aleviler dışında kent merkezinde Sünni nüfusun ve Hıristiyanların biraradalığı bozularak Esad yönetime karşı bir infial yaratılması planlanmıştır. Somer’e göre Alevilerin Sünni komşularından intikam alacağının düşüncesi ve Esad yanlısı Sünnilerin Alevi düşmanlığı üzerinden İslamcı gruplara militan olarak çekilmesinin rejimi zora sokulacağı düşünülmüştür. Bu planlar orta vadede tutmasa da Alevilerin büyük çoğunluğu işkence ve cihatçı tekniklerle katledilmiştir.
Sultan, Lazkiye’deki katliamın nedenlerin birisinin muhalif güçler içindeki El Kaide’ye bağlı olan Nusra Cephesi’den türeyen Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) milislerinin olduğunu söyler. Her ne kadar IŞİD dünya kamuoyunda “Özgür Suriye Ordusu” ismini tercih etse de iki yapı arasında şiddetli çatışmalar da yaşanmıştır. Ortaklaştıkları tek nokta ise kâfir ilan ettiklerini infaz etme biçimleri, katliam teknikleridir.
İslamcı grupların 2013 yılında Şeker Bayramı’na günler kala Ebu Mekki, Baruda, Blata, Hanbuşiye, Nebi Nebhan köylerine 1000 militanla düzenledikleri saldırılarda “özgürlük mücadelesi”nin gerçek yüzü ortaya çıktı. Sultan’ın betimlemesine göre çok sayıda Alevi kadın, erkek ve çocuk satırlarla kesildi veya esir alındı. Saldırıların ilk saatlerinde Haffe’ye 80 yaralı getirildi. Sultan’ın bundan sonraki aktarımları vahşetin boyutunu gözler önüne seriyor: El Kaide’nin “düşünür” ekibinden bir kişi, kafa, kol, uzuv kesme hakkında bir kitap yayınlamış. Kesilecek insanın yani “kâfirin” duyduğu korkunun maksimizasyonu için bıçağın onun önünde bilenmesi gerektiği, duruma göre hem korkunun seviyesinin hem de infazdaki acının arttırılması için elektrikli testere kullanılması gerektiği bilgileri militanlara verilmiş. Tıpkı Nazi Toplama Kamplarındaki sadistçe tıbbi deneyler yapan Josef Mengele’ye verilen “ölüm meleği” lakabı gibi İslami katletme tekniklerini uygulayan El Kaide Irak komutanı El Zarkavi’ye de pek çok kişinin infazını kendisi gerçekleştirdiği için “Emir-ül Zabbahin” (Kesenlerin Emiri) lakabı verilmiş. Katliamın boyutları sadece “kâfirlerin” öldürülmesi ve pogrom ile sınırlı değil. Alevi düşmanlığı bir etnik-mezhepsel temizlik veçhesine de bürünmüş. Sultan, “dünyaya bir daha Alevi gelmesin diye karnı deşilen hamile” kadınlardan ve “parça parça kesilmiş çocuklar”dan da bahsediyor. Kaynaklara göre Lazkiye’de 500 sivil katledildi.
Cihat Nikâhları ve Fetvaları
Derlemenin başka bir bölümünde Hayel Ali Almathabi Suriye’deki toplumsal formasyonun iğdiş edilmesinin kadınları etkileyen boyutundan bahsediyor. Türkiye’nin Süleymaniye’deki mülteci kampında yaşanan bir olay basına şöyle yansıyor: “Suriyeli mülteciler kendilerini yaktı”. Bu haberin arkasındaki gerçek ise şu: “Suriyeli bir kadın üç kızıyla birlikte Cihat Nikâhı adı altında 20’den fazla Afgan, Suriyeli ve diğer uyruklu cihatçıların defalarca tecavüzüne uğradıkları için kendilerini yaktılar”. Savaş koşullarının kaotik atmosferinde işlevselleştirilen Cihat Nikâhı, pornografik şiddetin tatmini için militanlara hizmet ediyor. Bu sadece Suriye ile de sınırlı değil, Tunus başta olmak üzere başka Arap coğrafyasında da kadınlar cinsel sömürüye maruz kalıyor. Almathabi Tunusluların Suriye’deki savaşçıların cinsel ihtiyaçları için cihat nikâhına yollanmak üzere kendi kız kardeşleri de dâhil, küçük kızları topladıklarından bahsediyor. Nikâhlamak yani doğru adlandırmayla köle olarak kullanılmak üzere Mart 2013 tarihinde 20 Tunuslu kız kaçırılıyor. Burada dinin araçsallaştırılma biçimi kritik çünkü militanların cinsel arzularının dizginlenmesi için gerekli olan manevi rahatlık fetvalarla sağlanıyor. Filistinli yazar Jadallah Saffan’a göre İslamcı cihatçı örgütler içindeki liderler kadınları “eğlence nesnesine” dönüştüren ve “fuhuşu meşrulaştıran” fetvalar yayınlıyor. Fetvalar nedeniyle çatışmalar sırasında esir alınan çok sayıda kadın öldürülmeden önce tecavüze uğruyor. Belki şunu da eklemek gerekir, heterojen inanış sistemlerinin olduğu bir coğrafyada tecavüze uğrayan kadınlar hayatta kalsa bile ataerkil ahlak normları yüzünden ya dışlanıyor ya da yalnızlaştırılıyor. Bu da savaş koşullarında kadınların mağduriyetini daha da arttırıyor.
Çatışma ve katliam habitatında sıkça yaşanan ama bölgesel makro-siyasi ve askeri gelişmelerin ağırlığı karşısında çokça yer bulmayan, bazı örneklere yer verdik. Ancak Hamide Yiğit’in hazırladığı derlemede, tanıklıklar, araştırmalar, analizler ve daha fazlası var. Ekonomik gelişmelerden insan yaşamının “anlamsızlaştırılmasına” değin çok sayıda anekdot ve yorum yer alıyor.
AKP’NİN SURİYE SAVAŞI, Der: Hamide Yiğit, Tekin Yayınları, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder