Bazı filmler vardır, her izleyişinizde sizi farklı yerlere alıp götürür ve vazgeçilmezler listenizi oluştururlar. Belirli aralıklarla ‘vazgeçilmez’ dediğiniz filmleri tekrar tekrar izlemek sizi sıkmaz. Bunun tam aksine, her yeniden izleme eylemi, filme daha önceden yüklemediğiniz yeni anlamlar yüklemenizi sağlar ve size daha önce farkına varamadığınız detayları keşfetmenin hazzını yaşatır.
V for Vandetta filmi benim vazgeçilmezler listemin en üst sırasındadır her zaman. Her sahnesi ayrı bir tat verir izleyiciye. Film bütünüyle öyle bir mükemmellik noktasına erişmiştir ki, bugüne kadar her bir sahnesini tek tek değerlendirip, aralarından ‘en iyi sahne’ olma özelliği göstereni bir türlü seçememişimdir. Fakat en son izleyişimde ‘en iyi sahne’nin hangisi olduğuna karar verdim. Zorlu karar verme sürecimde, Emma Goldman’ın etkisini yadsımam mümkün değil.
İşte tam da bu noktada, filmi bu seferki izleyişimde sahnede geçen repliğin Emma Goldman’ın sözü olduğunu öğrenmem ve aynı adlı bir kitabını okumuş olmam, filme farklı bir gözle bakmamı sağlıyor. Bu yüzden, Emma Goldman’ın muhteşem sözü sahnenin, hatta filmin, kilit repliğine dönüşüyor benim gözümde: "Dans edemeyeceksem, bu benim devrimim değildir.” Bir anda film boyunca maskesini hiç çıkarmayan anarşist V’nin maskesinin ardında Kızıl Emma’nın yüzünü görüyorum sanki.
Tam da Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir kitabını bitirmiş ve yazarın yeni bir kitabına başlamak için sabırsızlıkla beklerken, bütün Emma Goldman okurları için yazarın yeni kitabının Agora Kitaplığı tarafından yayınlanacağı haberini alıyorum. Emma Goldman’ın 1914 yılında ilk çıktığında Amerika’da büyük bir yankı uyandıran teorik kitabı “The Social Significance of the Modern Drama (Modern Tiyatronun Toplumsal Önemi)” Aslı Kutay Yoviç çevirisiyle ve Agora Kitaplığı aracılığıyla Şubat ayında Türkiye’deki okuyucularıyla buluştu. Agora Kitaplığı, Emma Goldman’la ilgili olarak daha önce onun “Anarşizm Neyi Savunur?” adlı kitabını ve bunun yanı sıra “Tehlikeli Kadın” adlı Emma’nın hayatını konu alan bir çizgi romanı da yayınlamıştır.
Kitap, Emma Goldman’ın kendi döneminin İskandinav, Alman, İngiliz, Fransız, Rus ve İrlanda’nın devrimci tiyatrosunu farklı bölümlerde inceliyor. Üstelik bunu, dönemine damgasını vurmuş büyük oyun yazarlarının ‘başkaldırı’ niteliğindeki oyunları aracılığıyla yapıyor. Bunun yanı sıra yazar, İbsen, Strindberg, Sudermann, Brieux, Bernard Shaw, Çehov, Emerson, Walt Whitman Tolstoy ve Hauptmann gibi birçok sanatçının eserlerinde ele aldıkları temaları ‘nasıl?’ ve ‘neden?’ tartıştıklarını modern tiyatro çerçevesinde inceliyor.
“Sanat, sanat için midir?” yoksa ‘”Sanat hayatın aynası mıdır?” Modern Sanat’ı, özellikle Modern Tiyatro’yu doğru tanımlayabilmek için bu iki soru mühimdir. Modern tiyatronun amacını yanlış yorumlamamak adına bu iki anlayış arasındaki farkı ayırt etmek ve bu sorulara cevap vermek gerekmektedir.
Goldman’ın kızıl tiyatrosunun temsilcilerinden biri olan August Strinberg, “modern sanatçı, döneminin acil çözüm bekleyen sorunlarını halkın anlayacağı hale getiren bir nevi laik hatip”dir diyerek cevaplıyor bu soruyu. Modern sanatçının misyonunu vurgulayarak, modern sanatın durması gereken noktayı göstermeye çalışıyor aslında. “Sanat sanat içindir” anlayışını benimseyen sanatçı, kendisini toplumsal sorunlardan soyutlayarak modern sanatın davranış biçiminden uzaklaşır. Bu anlayışı benimseyen sanatçı, hayatın gerçeklerine sırt çevirmeyi tercih ederek bir anlamda kolaya kaçmayı seçer.
Kitap boyunca irdelenen her devrimci sanatçı, ‘modern tiyatro’ anlayışının temsilcileri olan modern sanatçılardır. Sadece sanatçılar değil, oyun karakterleri aracılığıyla da modern sanatçı yaratılmaya çalışılmıştır. Tıpkı Anton Çehov’un “Martı” adlı oyunundaki ‘Konstantin’ karakteri gibi. Konstantin, bir aktör olarak klişe taklit yöntemlerinin özgün sanat üretimi sürecinde büyük bir engel olduğunun bilincindedir. Bundan da önemlisi, herkesin ‘yenilgi’ olarak nitelendirdiği bir sonla bitirir oyunu. Aslında bu yenilgi, onun başkaldırısıdır ve ‘Konstantin’ gibiler olduğu sürece hâlâ toplumun refahı için bir umut olduğunu dile getirir Goldman.
Emma Goldman’ın duruşuna derinlemesine değinmek gerekirse, 20. yüzyılın ilk yarısında Amerika ve Avrupa’da anarşist düşüncesin yayılmasında bir nevi ‘propagandist’ görevi üstlenmiştir. Ölümünün ardından, anarşist düşünceye önemli katkılar bırakarak günümüzde de etkisini sürdürmeye devam etmektedir. Özellikle cinsiyetler arasındaki baskıcı ve eşitsiz ilişkiler sorununun siyasal çözümler aracılığıyla çözülemeyeceğini vurgulayarak, “Kadını seçim sandıkları değil, ancak anarşist devrim özgürleştirecektir,” demiştir Goldman. Onun incelediği oyunlarda “Monna Vanna”dan “Bayan Warren”a kitap içerisindeki çoğu kadın karakter, Goldman’ın ‘devrimci kadın’larıdır.
Kızıl Emma bu kitapta ele aldığı devrimci oyunlarda yer alan karakterleri aracılığıyla kendi başkaldırısını ve devrimini anlatmıştır aslında. Amerika Birleşik Devletleri’nde ‘persona non grata’, yani ‘istenmeyen kişi’ olarak ilan edilen Goldman, belirli bir süre içerisinde ülkesini terk etmek zorunda bırakılmıştır. Bunun üzerine 1919 yılında Amerikan vatandaşlığından çıkartılarak diğer ‘kızıllar’la birlikte Rusya’ya sınır dışı edilir. Bu noktada, Maksim Gorki’nin Ayaktakımı Arasında adlı oyunundaki yeraltı dünyasına mahkûm edilmiş Anya ve Vasya karakterleriyle Goldman’ı özdeşleştirmek kaçınılmaz hale gelir.
Emma Goldman’ı daha yakından tanımak ve ‘Kızıl Emma’ efsanesinin derinlerine inmek isteyenler için “Modern Tiyatronun Toplumsal Önemi” adlı kitabın çok yerinde bir çalışma olduğunu söylemek gerekir. Aynı zamanda, bugüne kadar Goldman’ın düşüncelerini yanlış kaynaklardan anlamaya çalışanlar için de oldukça iyi bir kaynakça niteliği taşıyor.
Modern Tiyatro’yu değişim ve dönüşüm sürecini gerçekleştirecek ‘aracı’ olarak nitelendiren Kızıl Emma’nın da dediği gibi, modern tiyatro “hurafeleri yıkacak, toplumu temelinden sarsacak ve kadın ile erkeği yeniden yapılanmaya hazırlayacak olan dinamittir”.
0 yorum:
Yorum Gönder