Teotig, kitabında basım sanatı ve basının Ermeni kültür dünyasındaki yerini 180 görsel eşliğinde ayrıntılarıyla anlatıyor. Bu sırada Venedik’ten İstanbul’a, Boston’dan Van’a, Kahire’den Bombay’a, 17 ülkenin 95 şehrinde kurulmuş 462 matbaa ve kurucuları hakkında tek tek bilgi veriyor ve “Gutenberg’in öğrencileri” dediği Ermeni matbaacıları tanıtıyor. Bununla yetinmiyor, bir akademisyen titizliği ile kendinden önce bu konuda yapılan çalışmaları listeliyor, onların eksik ve yanlışlarına değiniyor.
Matbaayı “İnsan düşüncesinin en kuvvetli silahı” olarak gören ve “kötülere karşı verilen mücadelelere hizmet etmek ve haksızlıklara karşı gelinmesine yardımcı olmak” için çabalayan Teotig, “eksiksiz” olmadığını hatırlattığı çalışması ile amacına oldukça yaklaşmış görünüyor.
Peki, Türkçe baskısının üzerinden 3 aydan fazla zaman geçmesine rağmen –belki kasıtlı belki de bilinçsizce– sözü bile edilmeyen kitabın, bizim açımızdan önemi nerede yatıyor?
Teotig’in 1915 yılında yaşanan kıyımdan tesadüfler eseri kurtulabilmesi ve yayıncılık dünyasının envanterini tutmaya 1915’ten sonra da devam edebilmesinde mi? Elbette sadece bu değil.
Hala, matbaanın bu topraklara İbrahim Müteferrika tarafından getirildiğini düşünenler için kabul etmesi zor bir içeriği var kitabın. Teotig’in kitabında andığı bazı Ermeni matbaacılar, Osmanlı basım sanatının kurucuları ve geliştiricileri arasında yer alan isimler. İçlerinde Matbaa-i Amire’de müdürlük yapan, Padişahın özel ilgisine mahzar olup sadece bir defa verilen nişanlar ile ödüllendirilen, hatta Osmanlıca harfleri basıma uygun halde çizen, bunların çeşitli puntolarda dökümünü yapanlar var.
Yani, bazıları için kabul etmek zor olabilir ama Teotig kitabıyla sadece Ermeni basım sanatına değil, aynı zamanda Türkiye matbaacılık tarihine de ışık tutuyor. Üstelik anavatanı üzerinde yaşadığımız topraklar olan Ermeni matbaacıların Venedik’te başladıkları basım sanatına, İran’dan Hindistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada nasıl ürünler verdiğini sergiliyor.
Kitabın önsözünde Teotig, matbaanın Gutenberg tarafından icadından 60 yıl sonra Ermenilerin, Hollandalı, Rus, Türk, Norveçli ve pek çok milletten önce kendi kitaplarını bastıklarını hatırlatıp şöyle yazıyor: “Böylesine saygın bir yıldönümü vesilesiyle ortaya konan hiçbir şey, Ermeni matbaacılığının güzelliğini ve mükemmelliğini ortaya koyan çalışmadan daha anlamlı ve güzel değildir.”
Güzellikten söz edince kitabın orijinali ve 100 yıl sonra gelen Türkçe baskısını da bir parça karşılaştırmamız gerekiyor… Türkçe baskısını yayına hazırlayan Osman Köker’in söz ettiğine göre kitap 1912 yılında iki farklı kağıda, iki farklı kapak tasarımı ile basılmış. Örnek sayfalardan Ermenice baskısının oldukça süslü olduğu da görülüyor. Köker ve yayınevi ise uzun uğraşlar ile yayına hazırladıkları Türkçe baskıyı oldukça sade basarken (örneğin her sayfanın üç kenarını çerçeveleyen süslemeler Türkçe baskıda yok), içerideki görsellerden, kapak tasarımına kadar orijinaline uygun olması için özen göstermişler. Birzamanlar Yayıncılık tarafından hazırlanan baskının kapak çalışmasının 100 yıl önceki kapakla aynı olması bile bunun göstergesi.
1915’te yaşanan kıyımın etkisiyle İstanbul’dan Anadolu’nun içlerine sürülen, ölüm tehlikesi altındayken dahi kitabını geliştirebilmek için yeni örneklerin peşine düşen, İzmit’ten karısına kendisini kurtarması için mektup yazan, ama içine “Ciltçi Hayg’ın yanında Hindistan’ın eski tarihi hakkında 1841 yılında Kalkuta’da basılan bir kitap var. Bu çok ender bulunan bir kitap. Ciltçiye parasını ver ve kitabı geri al” yazan Ermeni yazar ve yayıncı Teotig, Ermeni basım sanatının çetelesini tuttuğu kitabı 100 yıllık kitabı Dib u Dar ile üstü özenle örtülmeye çalışılan gerçekleri 100 yıl sonra dahi gözler önüne seriyor. Ona bu müthiş çalışmasından ötürü Türk basım ve basın dünyasının da bir teşekkür borcu var.
“Ermeni matbaacılar olmasaydı Osmanlı matbaacılığı diye birşeyden söz etmek çok da kolay olmazdı” diyerek, hem Teotig’e hem de onun çalışmasını 100 yıl sonra Türkçe’ye kazandıran Osman Köker ve Birzamanlar Yayıncılık’a teşekkür etmiş olalım.
Dört yüz yıl içinde (1592-1912) tüm dünyada sayısız Ermenice kitap ve gazete basan yaklaşık 460 matbaa açılmıştır. Her birinde ortalama üç mürettip çalışmış olsa bu hesapla Gutenberg’in Ermeni talebelerinin sayısı bin 400’e ulaşır. Bu bin 400 kişilik grubun içinde sadece iki kişi kadındır. Bayan Hayganuş ve Şuşan, Ermeni mürettip bulunmaması sebebiyle son zamanlarda dizgi işinin tahsilini görmüşler ve ünlü babaları Mıgırdiç Portukalyan’ın Marsilya’daki ‘Hay Dıbaranı’ (Ermeni matbaası) adlı matbaasında çalışmaya başlamışlardır.
Armenia adlı gazetenin dört sayfasını zarif parmaklarıyla kendileri hazırlamaktadır. Böylece hemcinslerine terbiye sınırları içinde ezici bir ders vererek, hiçbir zanaatın Ermeni kadını için zor olmadığını göstermektedirler. Hayganuş aynı zamanda bir ‘linotipist’ olarak, aynı şehirde yayımlanmakta olan ‘La Sémaphoe de Marseil’ adlı Fransız gazetesinde gündelikle çalışmaktadır. Öyleyse yaşasın Ermeni feminizmi!
(Teotig, Ermeni Matbaacılık Tarihi, syf. 207)
0 yorum:
Yorum Gönder