Kişisel gelişim kitaplarının yok sattığı, yaşam koçlarının mutlu ve başarılı olmak üzerine formüller saçtığı, gazetelerin mutlu olmanın on kolay yolunu listelediği, çikolata reklamlarının dillerine mutluluk pelesenk ettiği, herkesin çılgınca mutlu olmak peşinde koştuğu bir çağda Wilhelm Schmid tüm bunları tersyüz eden bir kitap yazdı: Mutsuz Olmak. Tanıl Bora’nın çevirisiyle Türkiyeli okurlarıyla buluşan kitap 21. yüzyıl insanının durmaksızın peşinden koştuğu ebediyen mutlu olmaya çalışma hâlinin aslında insanı içten içe mutsuzluğa nasıl sürüklediğini, “mutluluk diktatörlüğü”nce dışlanmış mutsuz insanların hayatla nasıl başa çıkabildiklerini ve modern dünyada mutsuz olmaktan yana taraf olmayı ele alıyor.
Kültür endüstrisinin çarkından çıkıp insanların yaşam alanlarını işgal eden reklam panolarının, TV programlarının, popüler dergilerin, seyahat acentelerinin, alışveriş merkezlerinin, “yaşam mimarları”nın yarattığı konut sitelerinin bir ağız olup dikte ettikleri bir söz var: Mutlu ol! Bu tıpkı John Carpenter’ın They Live filmindeki gibi tezahür ediyor. Filmde insanların çıplak gözle göremedikleri ve sistemin ürettiği “itaat et”, “tüket”, “uyu”, “düşünme” şeklindeki emirler; caddelerde, duvarlarda, panolarda, ürün ambalajlarında, paranın üzerinde kısacası görünür olan her şeyde insanların zihinlerine onların farkında olmaksızın yükleniyordu. Ne var ki karşıt gruplar keşfettikleri özel bir gözlükle, kendilerine bilinçsizce dikte edilmek istenen, oraya buraya yazılmış emirleri görebiliyorlar ve tüm bunlara karşı sistem tarafından itilmiş insanları uyarıyorlardı. Schmid’in kitabı tam da bu görevi üstleniyor. Kitap, Carpenter’ın filmindeki gibi, bir çeşit gözlük olup insanlara emredilen “mutlu ol!” diktesine karşı uyarıyor. Bu uyarılar ile birlikte Schmid bizatihi sonsuza dek mutlu olma fikrini, buna inandırılan 21. yüzyıl insanının mutsuzluğunun esas müsebbibi olarak karşımıza çıkarıyor. “Mutluluk diktatörlüğü”nün tahakkümü altında yaşamaya zorlanan modern insanın karşısında duran Schmid; mutsuzluğu ile başa çıkabilen, mutsuzluğunun bilincinde olan, hayatın gerçekleri ile yüzleşmiş mutsuz insan ile hemhâl olmanın yollarını gösteriyor.
Schmid, insanların mutluluğu elbette ellerinin tersiyle itmesinden yana bir tavır takınmıyor ancak mühim bir ayırtıma gidiyor: “Mutluluk önemlidir ama anlam daha önemlidir” (s. 11). Hayattaki amaçlarını kariyer odaklı belirleyen ve at gözlüğü takmışçasına çevresinde hayata dair diğer hiçbir şeyi görmeyen modern insan bu haletiruhiye ile hayatının anlamsızlığını mutlak mutluluk ile takas edebileceği sanısına vardı. Ancak anlamı olmayan bir hayatın müdavimi olan modern insanın unuttuğu ve Schmid’in hatırlattığı bir şey var: “Mutluluğun sınırları vardır ve hayattan haddinden fazlasını istemek anlamsızdır” (s. 11).
Pozitif düşünme ise yine çağın insanının ayarını kaçırdığı bir diğer husus. Schmid, pozitif düşünme fikrinin öncelikle olumlu tarafları olduğunu belirtiyor. Örneğin her yeni güne felaket haberleri ile uyandığımız şu çağda bunların yalnızca bir kısmını görmek iyidir. Yine Schmid’e göre her şeyi tamamen negatif görmeyip pozitif düşünebilmek insana dirilik hissi verir. Fakat iş çığrından çıkıp salt pozitif düşünmeye dönüştüğü anda sıkıntılar baş gösterir. Kendini pozitif düşünmeye şartlamış biri için en ufak sıkıntılar gittikçe büyür. Her şeyi pozitif düşünebilmek adına insan kendini öfke harbinin içine sürükler. Schmid’in de dediği gibi, “insanlar pozitifte ne denli ısrar ederlerse, o denli negatife batarlar” (s. 42). Bunların yanında Schmid’in 20. yüzyıl totalitarizmi ile pozitif düşünme arasında kurduğu bağ önemli bir noktaya dikkat çekiyor: “Nasyonal sosyalist ‘Neşeyle Kuvvet’ programının niyeti de insanları pozitif bir ruh haline sokmaktı. (…) Ne için kuvvetleneceğiz? Nasıl bir neşeyle? Neşesini bulamayacak durumda olanlar ne olacak?” (s. 43).
Schmid kitabında “mutluluk diktatörlüğü”nün boyunduruğuna girmiş insanların, mutsuz insanları cüzamlıymışçasına, vebaya yakalanmışçasına ötelediklerini dile getiriyor. Peki, kim bu mutsuzlar? Bu noktada Schmid sanat ve bilim tarihine katkıda bulunan isimlere dikkat çekiyor. Hayranlıkla okunan edebi eserlerin, dünyayı değiştiren fikirlerin ya da insanlığın kaderini değiştiren keşiflerin yaratıcıları için hayatlarını hoşnutluklar içinde sürdürdükleri pek söylenemez. Hatta bir genellemeye gidilecek olursa çoğunun yaşamlarının büyük kısmını zorluklar ve ciddi sıkıntılar ile devam ettirmeye çalıştığı söylenebilir. Schmid tüm bu eserlerin ve keşiflerin mutluluktan değil, tersine mutsuzluktan doğduğunu dile getiriyor ve başı darda olan, çaresiz ve mutsuz insanların entelektüel anlamda çok daha yaratıcı olduklarını da ekliyor. Belki de bu yüzden kitabının alt başlığına “bir yüreklendirme” şerhini düşüyor Schmid.
Schmid son yıllarda iyice popüler olan bir başka meseleyi daha kitabına dahil ediyor. Mutluluğu uzak diyarlarda arayan ve bunun için “mutluluk turizmi”ne başvuran insanların gittiği bir yer Bhutan Krallığı. Schmid bunun bir tuzak olduğunu ve Budist kültürün mutluluk anlayışı ile modern kültürlerin mutluluk anlayışının tamamen farklı olduğunu dile getiriyor. Zira birinde kendini kadere teslim etmek varken diğerinde kaderi tanımama olduğunu anımsatıyor Schmid. Son olarak, mutluluğu denizaşırı memleketlerde arayan modern insanlara, Benjamin’in çok da uzaklara gitmemelerini hatırlatan şu sözünü salık vermek gerek: “Mutlu olmak demek ürküntü duymadan kendinin farkına varabilmektir.”*
* Walter Benjamin, Tek Yön, Çev. Tevfik Turan, Yapı Kredi Yayınları, Nisan 2011, s. 42.
MUTSUZ OLMAK, Wilhelm Schmid, (Çev.) Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder