Çok ciddi bir toplumsal süreçten geçtiğimiz ortada. 60’lar ve 70’lerin sıcak ideolojik ikliminin 80’lerin ve 90’ların soğuk hücreler ve tabutlarla dönüştürüldüğü, devlet eliyle bir bakıma “kırdığı” günlerden; bugüne, toplumsal hareketin gerek ülkemiz gerek coğrafyamız adına yeniden ısındığı âna dönüştürüyoruz. Bu, iyimser bir teori ya da retoriğe sığınma hâli olarak görülebilir ancak protesto hareketlerinin etkisini iyi saptamak gerekir.
Muhtelif nedenlerle ortaya çıkacak protesto eylemi, ne kadar çok kitleselleşirse, o kadar fazla dönüştürücü/eğitici deneyimlere kavuşmamızı sağlar. Bugün kültür kanalıyla -özellikle sinema- popülerleştirilen, anlamın ve bağlamın dışına çıkarılan, silikleştirilen ve “neo” literatüre büründürülmeye çalışılan sol hareket/ler, yeni çağda yeni formlara bürünerek yaşanıyor. Uzun uzun yazmaya/anlatmaya gerek yok; zaten yüzlerce şey yazıldı çizildi. Gezi Direnişi, radikal bir hareketken, “çiçek-böcek-ağaç sevgisi”ne indirgenmeye çalışılıyor. Bu türden bir çözülmeci anlayışa -biraz ileri gidip sağ sapma dahi diyebilirim- direnmek pek de mümkün ol(a)madı. Hak arama, hesap sorma yönteminin “dilekçe yazmak” dışındaki bütün yöntemleri “yasadışı” bulduğu, dolayısıyla yaptırım uyguladığı bir devlette, bu türden kalkışmalar, itibarsızlaştırılmaya mahkûm olur. Buna, eylemcilerin/hareketlerin/örgütlerin katkısı da yasadışı olmamak nedeniyle -ki yasa dediğin; topluma zincir vurmanın tek yöntemidir- talebi devlet diline uydurma anlayışı olmuştur.
Direniş, Romantizm, Modernleşme…
James M. Jasper, Ahlâki Protesto Sanatı kitabının Türkçe baskısına yazdığı önsözde şöyle söylüyor:
“Ne var ki çarpıcı benzerliklere rağmen direniş, bir ülkenin modernleşme yolunda ne kadar ilerlediğine bağlı olarak farklılaşıyor. […] siyasi romantizm, daha belirli çıkarlarla birleşebilir; örneğin sendikacıların ve çevrecilerin çıkarlarıyla. Onların nostaljileri daha az sivridir. Pazar bölgesi olarak kabul edilmeye başlayan uluslardaki muhalifler açısından ise bütün bir hayat tarzı değişmektedir; pazarlar bu yüzden suçlanır. Bu ülkelerde, özellikle İslam dünyasında, Alain Touraine’nin tarihselciliğin denetimi dediği şey için daha ciddi bir savaş ilan edilir. İslami nostalji, Avrupa’yı neredeyse yok eden milliyetçi nostaljinin bugünkü dengidir ve eşit derecede ölümcüldür.”
Direniş, romantizm, modernleşme, çevreciler, muhalifler, hayat tarzı vd. Hepsi bize çok tanıdık, son günlerin literatürü göz önünde bulundurulursa.
Bu alıntı, 2002 tarihli; yani ne Ortadoğu’nun ne de Türkiye’nin sıcak günlerini “henüz” madden görmemişti fakat öngörmüştü Jasper. Ölümcül bir milliyetçilik yükselirken, solun konumlanacağı alan ve o alanı kullanma yöntemi, bir tür sanata evrilebilir diye düşünüyordu. Haklıydı, zira eğer “sanat” kavramını, bilinen tanımının dışına çıkarırsak, toplumsal hareketler, çeşitli kendiliğindenlik yöntemlerini içinde barındırdığı için bir tür sanata evrilebilir. Anımsanacağı üzere, Arthur Coleman Danto, ’84 yılında yazdığı “Sanatın Sonu” başlıklı makalesi büyük bir tartışma yaratmıştı. Makalede, “artık sanatın bittiğini” ve şimdilerde yapılanların “sanat sonrası çağdaş etkinlikler” olduğunu söylemiş, Hegel’e dayandırdığı fikirlerini uzun uzun anlatmıştı. Jasper’in söylediklerini de bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Her Protesto Ahlâkidir!
“Protestonun Temel Boyutları” bölümünde ise meselenin ahlâkla nasıl ilişkilendirildiği ve ne tür bir bağlantı kurulabileceğini görüyoruz. Ahlâkın, radikal kültürel-sosyolojik değişiklikler karşısında nasıl bir tavra bürüneceğine özellikle gözatmak gerekiyor.
“Bütün kimlik türleri (bireysel, kolektif kimlikler, hatta hareket kimliği) belli ahlâki yükümlülükler taşır. Aslında kimlik öncelikle ahlâkidir. Charles Taylor’ın söylediği gibi ‘Kim olduğumuzu bilmek ahlâki bir uzayda yolunu bulmaktır, burada iyi ve kötünün ne olduğu, neyin yapılmaya değer ya da değmez olduğu, sizin için anlamlı ve önemli; önemsiz ve ikincil olanın ne olduğu sorgulanır.’ Kimlik asla tamamen bilişsel bir sınır değildir.”
Bu öngörüden hareketle, ahlâki olmayan bir protesto yöntemi olmadığını söyleyebiliriz. Unutmamalı; protesto etmek, doğru olanı “yapmak” değil, doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi “söylemek”tir. Toplumsal hareketlerin bütünü, böyle bir öngörüyle kabullenilmelidir. Çünkü protesto “aracıyla” odaklanılan noktada görülmek istenen şey, doğru olanı söylüyor olmanın verdiği cesaretle eyleme geçiş hızını da artırmaktır. Jasper bunun, eylemliliğin kimliğini oluşturduğunu söylüyor ki büyük ölçüde de haklı.
Ufukta görünen günler, bizim tekrar tekrar teoriye sığınmamız ve bu denli kitaplara ihtiyacımız olacağını da gösteriyor. Elbette bütün bu teoriler -elbette bu yazdıklarımız dahil- eleştiriye muhtaçtır. Kazanacağımız günler yakındır; direnişle!
AHLÂKİ PROTESTO SANATI, James M. Jasper, Çev. Senem Öner, Ayrıntı Yayınları.
0 yorum:
Yorum Gönder