31 Mayıs sonrası kimi kavramları daha sık duyar olduk. Bu kavramlardan birisi de sivil itaatsizlik. Bugünlerde kimi yazarlar bütün bir deneyimi bu kavram içerisine sığdırmaya çalışıyorlar. Bu durumda sivil itaatsizlik kavramını sorgulamak pek yerinde olacaktır. Maalesef söz konusu yazarlardan çok azı kavrama dair bir tanım veya açıklama yapma ihtiyacı duymuştur. Belki de kavramın içeriğinin hâlihazırda kendiliğinden açık olduğunu düşünüyorlardı. Ne var ki bu düşünce ideoloji kavramının düştüğü talihsizliği çağrıştırmaktadır. Tıpkı ideoloji kavramı gibi sivil itaatsizlik de içeriği en belirsiz kullanılan kavramlardan biri haline gelmiştir. Bu belirsizliği bir parça aşmak için kavramı ilk kullanan düşünürlerden Henry David Thoreau’ya ve okurları tarafından Sivil İtaatsizlik olarak adlandırılmış Haksız Yönetime Karşı isimli çalışmasına işaret etmek gerek.
Thoreau Meksika Savaşı’nı ve köleliği gerekçe göstererek haksız yönetim olarak nitelediği Birleşik Devletler’e karşı başkaldırı çağrısı yapar. Bu başkaldırı bir itaatsizlik, dolayısıyla yasaları tanımama ve onlara karşı ilgisiz kalma olarak nitelenebilir. Thoreau kendi örneğinde, ödenen vergilerle sürdürülen savaş ve köleliğe karşı yurttaşlara vergi ödememeyi önerir. Okurlarına daima metnin satır aralarında saklanan ütopyayı sezdirse de, Thoreau başkaldırı çağrısını kölelik, savaş ve birkaç başka koşulla sınırlar. Bir anlamda itaatsizlik çağrısının geçerliliğini bu koşulların ortadan kaldırılmasına bağlar. Bu noktadan sonra Thoreau’ya dayanarak bir sivil itaatsizlik tanımı yapmak mümkündür. Sivil itaatsizlik, kimi toplumsal ilişkilerin belirli veya belirsiz bir süre askıya alınmasını ya da geçici olarak yıkıma uğratılmasını içerir. Bu itaatsizliğe daima açık veya örtük bir diyalog eşlik eder. Tanınmış otoriteden taleplerin karşılanması beklenir ve eğer talepler yerine getirilirse itaatsizlik sona erer. Sivil itaatsizlik olası bir “haksızlık”ın daha gerçekleşmeden durdurulması, gerçekleşmiş ise geri alınması veya hali hazırda mevcut bir “haksızlık”ın giderilmesi bakımından önemli bir politik savunma aracıdır. Bu sürece kurucu bir rol yüklemek ve ondan sınırlarını aşan bir toplumsal değişim beklemek ancak bir hayal kırıklığı getirecektir. Oysa tarih 1 Haziran’ı gösterirken, kitleler Gezi Parkı’nı ve dahası Taksim Meydanı’nı işgal etmeye başlamış, bir hayali gerçekleştirmenin ilk adımlarını atmışlardı.
Kitlesel ölçekli veya ses getiren her tür gösteri, boykot, işgal, vb. eylemler her zaman sivil itaatsizlik kategorisi altında değerlendirilemez. Burada ayırt edici özellik olarak, eylemin kurucu niteliğinin amaç olması veya olmaması aranabilir. Örneğin otorite, diyalog yolunu kapatarak, Gezi Parkı’nın yıkılacağını ve yerine kendileri ne isterlerse onu yapacaklarını beyan etti. Halk ise, otoritenin hükmüne karşı, tıpkı sivil itaatsizlikte olduğu gibi hükmü tanımayarak, akın akın Gezi Parkı’na koştu. Ancak bu örnekte, sivil itaatsizliğin bir muhataptan taleplerde bulunmasından farklı olarak, eylemin kendisi kurucu bir niteliğe sahiptir. Hükme karşı özneler, kendileri bir karar verir, uygular ve alternatif ilişkiler kurarlar; olumlu ya da olumsuz olsun, olası bir başka hükmün gelmesini beklemezler; kendileri, “haklı bir ilke”den hareketle parkı muhafaza etmeye girişirler. Bu noktada bir itaatsizlik değil, bir direniş söz konusudur. Direniş kavramı, sivil itaatsizliği aşan bir koşula işaret eder. Bu, direnişin gereken durumlarda kurucu bir rol üstlendiği anlamına gelir. Direniş, otoriteyle doğrudan bir talep ilişkisi kurmaz ve kendi kuruculuğunu dayatır. Dahası, olası yaptırımlara (örneğin mahkeme kararları, polis müdahalesi) karşı durarak, eşdeyişle direnerek kendi kuruculuğunu müdafaa eder.
Direniş kavramı için de başlıca iki farklı formdan bahsedebiliriz. Örneğin kimi direniş örnekleri tıpkı sivil itaatsizlik gibi toplumsal ilişkiler için yapısal bir dönüşüm amaçlamazlar. Değişim, mevcut ve değişim-öncesi toplumsal ilişkilerle uyumludur. Bu örnekler literatür kapsamında sivil direniş adıyla anılırlar ve çoğunlukla akla gelen ilk örnek Martin Luther King deneyimleridir. Bunlardan farklı olarak, yapısal değişimlerin gerçekleştiği direniş örnekleri düşünmek de mümkündür. Bu örnekler, sivil direniş kavramından farklı bir tanımla anılmalıdırlar; örneğin devrimci direniş. Bunlara dair çok çeşitli örneklerler verilebilir. Örneğin Topraksız Köylüler Hareketi (MST) deneyimleri.
1 Haziran günü Gezi Parkı ve ardından Taksim Meydanı işgal edildiğinde, kitlelerde bir şaşkınlık ve bir tam olarak ne yapacağını bilememe hali hakimdi. Bu noktada anti-kapitalist oluşumlar kitlelere yön vermekte değilse bile organizasyonda öncü rolü oynadılar. Kısa sürede atlatılan şaşkınlık ve belirsizlik halinin ardından, adım adım, paranın geçmediği, gönüllü emek temelli ve kimilerinin “Şirinler Köyü” dediği bir komün kuruldu. Bu komün içerisinde doğal bir işbölümü oluştu ve neticesinde yemek, barınma, sağlık ve hatta güvenlik için komiteler, örgütlü-örgütsüz herkesin temsil edildiği, şimdiki dayanışma ve halk forumlarının öncülü olan yönetim organları ve serbest kürsüler oluşturuldu. Bir anlamda Taksim’de iki iktidar ve dolayısıyla iki dünya vardı; barikatın arkası ve barikatın önü. Bu ortam toplumun mevcut ilişkilerine yapısal bir dönüşüm, bir alternatif öneriyordu. Gezi Komünü tıpkı Paris Komünü gibi koskoca bir okyanusta küçük bir adaydı sadece. Paris Komünü’nün varlığını sürdürebilmesi nasıl tüm Fransa’ya yayılmasına bağlı olmuşsa, Gezi Komünü de ancak tüm Türkiye’ye yayılarak varlığını sürdürebilirdi. Ancak Gezi Komünü’nün “diğer dünya”ya olan bağımlılığı da bir şekilde sürüyordu. Çok doğal ki parkın ihtiyaçları “diğer dünya”dan getirilen metalarla sağlanabiliyordu. Bunun yanında kitlelerin önemli bir kısmı anti-kapitalist olmasına ve kitlenin ezici çoğunluğu bu duruma sempati duymasına karşın, özneler henüz “diğer dünya”yla olan bağlarını koparmaya hazır değillerdi. Bu ve başka sebepler Gezi sürecini ne tek başına devrimci direniş ne de tek başına bir sivil direniş olarak değerlendirmeye izin veriyor. Gezi deneyimi olsa olsa sivil direniş ve devrimci direniş arasında gidip-gelen bir salınımdır.
Gezi deneyimi için direniş yerine bir sivil itaatsizlik örneği demenin başlıca iki boyutundan bahsedilebilir. Bunlardan ilkinde yazarlar tıpkı ideoloji gibi içeriği belirsizleşmiş sivil itaatsizlik kavramını köklerine sadık kalmadan kullanırlar ve bir anlamda içeriği kendi diledikleri şekilde oluştururlar. Diğerinde ise yazarlar Gezi deneyiminin toplumsal değişim vurgusundan çekinirler ve bundan kaçınmak isterler. Bu durum da deneyimin kurucu niteliğine düşüncelerinde yer vermemeleri anlamına gelir. Diğeri gibi bu kavram kullanımı da kusurludur.
Taksim’deki bir duvar yazısının da söylemiş olduğu gibi: “Bu bir halk direnişidir!”
Thoreau Meksika Savaşı’nı ve köleliği gerekçe göstererek haksız yönetim olarak nitelediği Birleşik Devletler’e karşı başkaldırı çağrısı yapar. Bu başkaldırı bir itaatsizlik, dolayısıyla yasaları tanımama ve onlara karşı ilgisiz kalma olarak nitelenebilir. Thoreau kendi örneğinde, ödenen vergilerle sürdürülen savaş ve köleliğe karşı yurttaşlara vergi ödememeyi önerir. Okurlarına daima metnin satır aralarında saklanan ütopyayı sezdirse de, Thoreau başkaldırı çağrısını kölelik, savaş ve birkaç başka koşulla sınırlar. Bir anlamda itaatsizlik çağrısının geçerliliğini bu koşulların ortadan kaldırılmasına bağlar. Bu noktadan sonra Thoreau’ya dayanarak bir sivil itaatsizlik tanımı yapmak mümkündür. Sivil itaatsizlik, kimi toplumsal ilişkilerin belirli veya belirsiz bir süre askıya alınmasını ya da geçici olarak yıkıma uğratılmasını içerir. Bu itaatsizliğe daima açık veya örtük bir diyalog eşlik eder. Tanınmış otoriteden taleplerin karşılanması beklenir ve eğer talepler yerine getirilirse itaatsizlik sona erer. Sivil itaatsizlik olası bir “haksızlık”ın daha gerçekleşmeden durdurulması, gerçekleşmiş ise geri alınması veya hali hazırda mevcut bir “haksızlık”ın giderilmesi bakımından önemli bir politik savunma aracıdır. Bu sürece kurucu bir rol yüklemek ve ondan sınırlarını aşan bir toplumsal değişim beklemek ancak bir hayal kırıklığı getirecektir. Oysa tarih 1 Haziran’ı gösterirken, kitleler Gezi Parkı’nı ve dahası Taksim Meydanı’nı işgal etmeye başlamış, bir hayali gerçekleştirmenin ilk adımlarını atmışlardı.
Kitlesel ölçekli veya ses getiren her tür gösteri, boykot, işgal, vb. eylemler her zaman sivil itaatsizlik kategorisi altında değerlendirilemez. Burada ayırt edici özellik olarak, eylemin kurucu niteliğinin amaç olması veya olmaması aranabilir. Örneğin otorite, diyalog yolunu kapatarak, Gezi Parkı’nın yıkılacağını ve yerine kendileri ne isterlerse onu yapacaklarını beyan etti. Halk ise, otoritenin hükmüne karşı, tıpkı sivil itaatsizlikte olduğu gibi hükmü tanımayarak, akın akın Gezi Parkı’na koştu. Ancak bu örnekte, sivil itaatsizliğin bir muhataptan taleplerde bulunmasından farklı olarak, eylemin kendisi kurucu bir niteliğe sahiptir. Hükme karşı özneler, kendileri bir karar verir, uygular ve alternatif ilişkiler kurarlar; olumlu ya da olumsuz olsun, olası bir başka hükmün gelmesini beklemezler; kendileri, “haklı bir ilke”den hareketle parkı muhafaza etmeye girişirler. Bu noktada bir itaatsizlik değil, bir direniş söz konusudur. Direniş kavramı, sivil itaatsizliği aşan bir koşula işaret eder. Bu, direnişin gereken durumlarda kurucu bir rol üstlendiği anlamına gelir. Direniş, otoriteyle doğrudan bir talep ilişkisi kurmaz ve kendi kuruculuğunu dayatır. Dahası, olası yaptırımlara (örneğin mahkeme kararları, polis müdahalesi) karşı durarak, eşdeyişle direnerek kendi kuruculuğunu müdafaa eder.
Direniş kavramı için de başlıca iki farklı formdan bahsedebiliriz. Örneğin kimi direniş örnekleri tıpkı sivil itaatsizlik gibi toplumsal ilişkiler için yapısal bir dönüşüm amaçlamazlar. Değişim, mevcut ve değişim-öncesi toplumsal ilişkilerle uyumludur. Bu örnekler literatür kapsamında sivil direniş adıyla anılırlar ve çoğunlukla akla gelen ilk örnek Martin Luther King deneyimleridir. Bunlardan farklı olarak, yapısal değişimlerin gerçekleştiği direniş örnekleri düşünmek de mümkündür. Bu örnekler, sivil direniş kavramından farklı bir tanımla anılmalıdırlar; örneğin devrimci direniş. Bunlara dair çok çeşitli örneklerler verilebilir. Örneğin Topraksız Köylüler Hareketi (MST) deneyimleri.
1 Haziran günü Gezi Parkı ve ardından Taksim Meydanı işgal edildiğinde, kitlelerde bir şaşkınlık ve bir tam olarak ne yapacağını bilememe hali hakimdi. Bu noktada anti-kapitalist oluşumlar kitlelere yön vermekte değilse bile organizasyonda öncü rolü oynadılar. Kısa sürede atlatılan şaşkınlık ve belirsizlik halinin ardından, adım adım, paranın geçmediği, gönüllü emek temelli ve kimilerinin “Şirinler Köyü” dediği bir komün kuruldu. Bu komün içerisinde doğal bir işbölümü oluştu ve neticesinde yemek, barınma, sağlık ve hatta güvenlik için komiteler, örgütlü-örgütsüz herkesin temsil edildiği, şimdiki dayanışma ve halk forumlarının öncülü olan yönetim organları ve serbest kürsüler oluşturuldu. Bir anlamda Taksim’de iki iktidar ve dolayısıyla iki dünya vardı; barikatın arkası ve barikatın önü. Bu ortam toplumun mevcut ilişkilerine yapısal bir dönüşüm, bir alternatif öneriyordu. Gezi Komünü tıpkı Paris Komünü gibi koskoca bir okyanusta küçük bir adaydı sadece. Paris Komünü’nün varlığını sürdürebilmesi nasıl tüm Fransa’ya yayılmasına bağlı olmuşsa, Gezi Komünü de ancak tüm Türkiye’ye yayılarak varlığını sürdürebilirdi. Ancak Gezi Komünü’nün “diğer dünya”ya olan bağımlılığı da bir şekilde sürüyordu. Çok doğal ki parkın ihtiyaçları “diğer dünya”dan getirilen metalarla sağlanabiliyordu. Bunun yanında kitlelerin önemli bir kısmı anti-kapitalist olmasına ve kitlenin ezici çoğunluğu bu duruma sempati duymasına karşın, özneler henüz “diğer dünya”yla olan bağlarını koparmaya hazır değillerdi. Bu ve başka sebepler Gezi sürecini ne tek başına devrimci direniş ne de tek başına bir sivil direniş olarak değerlendirmeye izin veriyor. Gezi deneyimi olsa olsa sivil direniş ve devrimci direniş arasında gidip-gelen bir salınımdır.
Gezi deneyimi için direniş yerine bir sivil itaatsizlik örneği demenin başlıca iki boyutundan bahsedilebilir. Bunlardan ilkinde yazarlar tıpkı ideoloji gibi içeriği belirsizleşmiş sivil itaatsizlik kavramını köklerine sadık kalmadan kullanırlar ve bir anlamda içeriği kendi diledikleri şekilde oluştururlar. Diğerinde ise yazarlar Gezi deneyiminin toplumsal değişim vurgusundan çekinirler ve bundan kaçınmak isterler. Bu durum da deneyimin kurucu niteliğine düşüncelerinde yer vermemeleri anlamına gelir. Diğeri gibi bu kavram kullanımı da kusurludur.
Taksim’deki bir duvar yazısının da söylemiş olduğu gibi: “Bu bir halk direnişidir!”
Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik, çev. Melis Olçum, Kafe Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2013.
0 yorum:
Yorum Gönder