Pamuk Kadınlar, Orhan Pamuk’un Kar ve Masumiyet Müzesi romanlarından hareketle kadının erkek egemen toplumdaki yerini inceleyen bir eser. A. Şule Süzük Toker’in İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları bölümünde master tezi olarak hazırladığı çalışma, Kalkedon Yayınları tarafından geçen ay okuyucuya sunuldu. Kadına ve kadın imgesinin anlatımına dair sanatın ürettiği anlamları ve kadın olmak durumunun nasıl inşa edildiğini dert edinen çalışma, Orhan Pamuk’un romanları nezdinde erkek egemen toplumun kadın sorununa dair iktidarını ve bu iktidarın yeniden üretimini incelemeyi gaye edinmiş. Edebiyatımızda kitaplaştırılmış eleştiri örneklerinin bakir olduğu bir dönemde A. Şule Süzük Toker, 3. kitabı olan “Pamuk Kadınlar” ile bu dar çerçevenin dışına bir adım atmaya çalışıyor.
Mehmet Emin KURNAZ: Öncelikle sormak istiyorum, eleştiri edebiyatımızda çok yaygın alan değilken sizi böyle bir çalışmaya sevk eden şey neydi ve Neden Orhan Pamuk?
Şule Süzük TOKER: Orhan Pamuk, 90’lı yıllardan itibaren Türkiye’de önemli bir yazar kültü, hegemomik bir alan oluşturdu. Bu alana dair bir eleştiri yapılmadığını gördüm. Herkesin post-medern romanın nimetlerinden söz ettiği, Orhan Pamuk’u olumladığı bir hat söz konusu idi. Böyle bir atmosferde Orhan Pamuk’u inceleme gayesi içine girdim. Orhan Pamuk, Nobel ödüllü bir yazarımız olarak, çok okunan, tartışılan ve popüler bir yazar olma noktasında onu inceledim. Buradan hareketle Pamuk, bir ödüllü erkek yazar olarak kadınları nasıl ele alıyor, onları özgürleştiriyor mu, yoksa erkek egemen iktidarın yeniden üretilmesine hizmet mi ediyor gibi soruları yönettiğim bir çalışma oldu.
Kadın yazarlar feminist eleştiri çerçevesinde kadının bir dili olmalı, kadın artık var olan hegemonik yapının dışında bir dille ifade edilmeli şeklinde fikirler ifade ediyorlar. Bu noktada yazarların ataerkil-kapitalist sistemde kadını ikincilleştirmemesi gerekir. Orhan Pamuk da bana göre bu çerçevenin dışına çıkmış değil. Kadını gerici-ataerkil bir noktadan ele alıyor, ayrıca aşkı sınıfsallaştırdığını düşünüyorum. Bence böyle büyük yazarların kurguladıkları yapı, var olan gerçeğe dair de bir model niteliğinde. Örneğin “Masumiyet Müzesi”i neredeyse “kadın öldü cenaze namazını kılalım” diyen bir roman bana göre. Bu roman, kurgudan gerçek hayata bir akış yarattı. Pamuk, romandan yola çıkarak bir müze inşa etti. Burada beyaz Türk-burjuva Kemal’in, alt sınıftan bir kadın olan Füsun’a yönelik baskıcı bir aşkını görüyoruz. Hem sınıfsal olarak hem de cinsiyet bakımından erkeğin kadını baskıladığı bir anlayış söz konusu. Sonrasında bir müze ile erkek aşkının sembolleştirilmesi de bence çok yanlış. Kadın var olan sınırlarının dışına çıktığında cinayete kurban giderken, o sınırlar içinde kaldığında da uğruna müze yapılacak bir meta haline getiriliyor.
Masumiyet Müzesi Kemal’in aşkı üzerinden ele alınmış, metaforlar da buna göre oluşturulmuş, dolayısıyla romanda kadının aşkı anlatılsaydı bu sizde aynı sıkıntıyı yaratacak mıydı?
Bilmem, yaratabilirdi belki yani orada kadın kendini dayatıp diğer insanın yaşamı pahasına bunu aşk olarak roman da böyle sunulsaydı yine sıkıntı olurdu. Yani toplum olarak büyük bir kandırmacanın içindeyiz. Eserde bunu vurgulamak istedim. Eserlerde genel olarak kadının mağduriyetini görüyoruz aşk ise bir erkek söylemi gibi geliyor bana.
Peki roman müdahaleci olmalı mıdır?
Hayır, romanın müdahaleci olması gerektiğine inanmıyorum. Ama olursa da bu yazarın tercihidir.
Masumiyet Müzesi sınıfsal ilişkileri okumak için yeterli midir?
Masumiyet Müzesi’ne dair Sınıfsal ilişkileri sosyalist-feminist bakış açımla sözüm olduğu için söyledim ama merkezde ataerkil ilişkilerin çözümlenmeye çalışıldığı bir roman diyebiliriz.
Orhan Pamuk, edebiyatımızda bir kısım çevreler tarafından Ermeni Soykırımı’na dair söylemleri üzerinden ele alınan ve bu doğrultuda bütünüyle reddedilen bir yazar. Pamuk’u bütünüyle hassas bir edebiyatçı olmadığını söyleyebilir miyiz?
Bu çok kritik bir nokta, en başta Pamuk’a dair edebiyat eleştirisi yok demiştim. Eleştiri var ama bunlar edebi açıdan yapılan eleştiriler değil. Ona dair yapılan eleştiriler Ermeni Soykırımı söylemlerinden kaynaklı eleştiriler. Politik bir amaçla yapılmış eleştiriler. Bu durumun çok problemli olduğunu düşünüyorum. Orhan Pamuk, belli çıkışlarında evet muhalif bir yazar. Cesurca dillendirilmeyen bir şeyi söylemiş olabilir. Ama pek çok konuda çelişkili görüyorum. Örneğin son dönem Suriye müdahalesine yönelik Esad ile ilgili yazmış olduğu tetikçilik de içeren bir dilekçesi var. Ama Orhan Pamuk’a yapılan faşizan eleştiri doğru noktayı gözden kaçırmak anlamına geliyor.
Son olarak, kitapta Orhan Pamuk’un post-modern tarzda yazdığını belirtmişsiniz. Pamuk’a yönelttiğiniz eleştirilerden biri de post-modern düşünceyi benimsediğine yönelik. Sosyalist-feminist bir yazar olarak bu tarz hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kurmaca eserlerde farklı biçim arayışları hiçbir zaman yadsınamaz. Yani yazarlar burada olabildiğince deneysel çalışabilirler. Benim derdim post-modern romana hasmış gibi görünen biçimsel özelliklere yönelik değil. Ama ideolojik olarak bunun nereye hizmet ettiğini iyi okumak gerekir. Bunu birtakım ilişkileri örtmek anlamında mı yapıyoruz, yoksa görüneni daha iyi ifade etmek açısından mı yapıyoruz? Bunu sormak gerekir. Post-modern roman son dönem prestij de kaybetti. Yaptığım eleştiri Pamuk, post-modern roman yazıyorum dediği için yapılmış oldu.
Şule Süzük Toker romanın müdahaleci olması gerektiğine inanmadığını söylemiş. O bakımdan bana göre bu ifade ile Orhan Pamuk'a söyleşide yönelttigi eleştiriler uyuşmuyor. Veya ben müdaheleci olmamak ne demek pek anlamadım. Neyin ne oldugunu anlamama söyleşide kullanılan dil de pek yardımcı olmadı doğrusu. "Aşkın sınıfsallaştırılması" ne demek mesela? "Baskılamak" baskı uygulamak mı demek? "Kadını ikincilleştirmek" kadına ikinci sınıf insan muamelesi yapmak mı demek? Öyleyse neden daha açık anlamlı sözcükler kullanılmıyor? Edebiyat, eleştiri, akademik çalışma üç beş kişi birbirini anlasın diye yapılan şeyler değilse kullanilan dili mümkün olduğunca açık ve net hale getirmek iyi bir fikir degil mi?
YanıtlaSil