Hızlı moda mefhumu hayata geçtiğinden beri, bir sezondan diğerine değerini yitiren giysiler satın alınıyor. Her mevsim yeni bir düşün parçası olarak sunulan tasarımlar birbirini yok ederken, “giyinmenin” anlamını kuşatan ideoloji çoğu kıyafeti kullanışsız kumaş parçalarına dönüştürüyor. İşte tam da bu yüzden; giyecek hiçbir şeyiniz yok!
Tansy Hoskins’in modayı bir “endüstri” olarak ele alıp enine boyuna irdelediği kitabı Foya, güncel veriler eşliğinde, şatafatlı podyumlardan Uzak Asya’daki dokuma tezgâhlarına kadar uzanan silsileyi takiben modanın “foyasını meydana çıkarmaya” adanmış. Bu yüzden Foya’yı okurken -fabrika tıkırtılarının eşlik ettiği Dario Fo’nun ünlü Japon Kuklası adlı tiyatrosunda olduğu gibi- kapitalizm çarklarının nasıl tıkırdadığını duyuyorsunuz. Bu tıkırtılar çok da eskiden gelmiyorlar üstelik, bir şekilde bilindik, oldukça tanıdıklar. Kitapta moda endüstrisi ile moda ideolojisi parçalar halinde incelenip ikisinin ilişkisi daha net, daha anlaşılır kılınmış. Bu sayede kapitalizm, kitap boyunca ışıltıdan arındırılmış bir moda görüntüsü içinde somut olarak ifade edilmiş. Foya'da kapitalizm içinde insanların, kendilerini sahip oldukları giysiler ve eşyalar aracılığıyla ifade etmelerine rağmen, kişinin giyimi ve kimliği hakkında görüş bildirmenin nasıl biri olduğunu tanımlamak anlamına gelmediği de anlatılmış.
Kültürel Hiyerarşi
Çok değil, kısa süre evvel, geçen kış, H&M firmasının Kürt gerillaların kıyafetlerini podyuma taşıdığı günlerde moda endüstrisinin gafil pragmatizmi bir kere daha gündemimize girmişti. Kitapta buna benzer çok sayıda örnek mevcut. Nazi subaylarının ve Nazi yanlılarının sivil ve askeri hayatta modacılığını yapan Coco Chanel’in kapitalist dünyadaki konuşlanması gibi. Hoskins, yok olmayan böylesi moda aktörlerinin varlığını ekonomik ve siyasi krizlerin zeminlerine birebir uyum sağlayarak adım atmalarına borçlu olduklarına dikkat çekiyor. Bu bakımdan kitabın kültürel muhtevanın moda tarafından sömürüye açık olduğunu anlatan bölümleri ilgi çekici. Hatta bu sömürü, belirli kültürel desenlerin özel olarak yaygınlaştırılmasını da içeriyor. Uzunca bir süredir kültürel motifler ve bazı kutsal unsurlar moda çekimlerinde detay olarak kullanılmaktalar. Siyah kadınlar vahşiliğin, Uzakdoğulular ise egzotikliğin imgesi haline getirilmiş. Bu süreçte estetik ve güzellik algısı da bir kültürel hiyerarşiye tabi kılınmış durumda.
Kapitalistler, moda aracılığıyla kendi sürdürülebilir çıkarlarını sokağın dahi amacı haline getirtmek niyetindeler. Bu yüzden öncel hale getirilen değişim değeri çoğu tekstil ürününün kullanım değerinin inkârına odaklanmış, markalarla yapılan kimlik inşası, sokağın ruhuna üflenmiş durumda. Hal böyle iken, hiç kimse modanın özgürleştirici olduğunu savunamaz. Aksine mevcut haliyle moda baskıcıdır ve satın alamadıklarınızla (gerek paranızın yetmemesi gerekse listeye alındığınız halde teslim alamadığınız Hérmes çantalar yüzünden) utanç duymanızı sağlar. Bu giyim ve görünüm standartlarına ayak uydurmak bir sosyal etkileşim zorunluluğu olduğundan utanç, psikolojik tahribat unsuru olmanın da ötesine geçmekte.
Budala Doyumsuzlar
Nitekim günümüzde insanların borç batağına sürüklenmesinin belki de en önemli nedenlerinden birisi de bu. Mikro-krediler veyahut ısrarla sürdürülen tüketici teşvikleri yetmez gibi, bir de kredi kartlarının artık büyük mağazalar tarafından dağıtılmaya başlaması da bu acımasız sonucu pekiştirdi. Devlet eliyle harcama yapmaya yönlendirilen insanlar bir süre sonra “budalaca alışveriş yapan doyumsuzlar” olarak isimlendirildi ve sistemin tüm kötü yönlerinin temel sebebi ilan edildiler. Hoskins’in anlattıkları göz önüne alındığında aslında bunun tam tersi doğrudur, yani tüketiciler ve hatta onların “budala” olanları, piyasayı kontrol eden “krallar” değildir. Belki soytarı sayılabilirler. Bu yüzden bireyselliği yansıtmak isteyen kişilerce alternatif olarak öne sürülen “cadde modası” da kısa bir süreliğine “yüksek modaya” gösterilen bir direniş olabildiyse de uzun sürmedi. Şirketler, cadde modasını da “trend takip” şirketlerinin yardımıyla defilelerine dahil ettiler. Böylece salaş görünürken de çok para harcayabilmenin koşulları sağlanmış oldu. Aynı şekilde modayla ilgili ve onu aklayarak benimsenen “etik moda” gibi akımlar da kapitalist şirketlerin yağmur ormanları baskılı giysiler gibi ürünleri piyasaya sürmesiyle görünüşte bir duyarlılığı yansıtmaktan ibaret oldu.
Estetiği Demokratikleştirmek
Sonuçta moda endüstrisinin kapitalizmden bağımsız olmadığı ve hatta onun kapitalizmin en gözde çocuklarından biri olduğu bahsine ek olarak, kapitalizmin moda aracılığıyla toplumsal işleyişin doğal bir parçası gibi göründüğünü ekleyebiliriz. Öyle ki, moda ideolojik olarak kapitalizmin göze batmamasını sağlar.
Peki, başka bir moda mümkün müdür? Hoskins mümkün olduğu fikrinde. Ancak kapitalizmin yarattığı tüm sorunlarla birlikte görünür hale gelmesi ve ona karşı uzun soluklu bir başkaldırının örgütlenmesi başka bir modanın imkânının ön koşulu. Nihai olarak estetiğin gerçek anlamda demokratikleşmesi ise; ancak demokrasinin tam anlamıyla sağlandığı, güzellik algısının ve toplumun üretim araçlarının kontrolünün azınlık bir zümrenin elinde olmadığı, ırk, cinsiyet ve sınıf ayrımının söz konusu olmadığı bir zeminde mümkündür. Bu yüzden Hoskins modadaki sömürünün devrimle ne şekilde sonra ereceğinin yolunu çiziyor. Bu yolda sömürünün var olduğu her alanda olduğu gibi, modaya karşı başkaldırıda da birlikte hareket edilmesi gerekliliğini ifade ediyor. Modaya ışıltısından arınmış bir şekilde ve sistemdeki çok yönlü sömürünün net olarak görülmesini sağlayabilecek bir çalışma okurlara sunulmuş. Bu alanda birilerinin hayallerini paylaşmaya başlaması iyi bir başlangıç olabilir.
FOYA: MODANIN ANTİ-KAPİTALİST KİTABI, Tansy E. Hoskins, (Çev.) Derya Bayraktaroğlu, Ütopya Yayınları, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder