Son yıllarda adını giderek daha az duysak da, 2000’li yılların ortalarına değin yerel yönetimler ve demokrasi dendiğinde akla ilk gelen örneklerden birisi Porto Alegre idi. Brezilya’nın en Güney eyaleti Rio Grande do Sul'un başkenti olan Porto Alegre’yi bu denli popüler yapan, 1988 yılında gerçekleştirilen Belediye seçimleri sonrasında şehirde uygulanmaya başlayan “Katılımcı Bütçe” deneyimi oldu. Bu deneyim, Porto Alegre’deki demokratik süreçlerin gelişimini etkilediği gibi, İşçi Partisi’nin tüm Brezilya çapında iktidara yürüyüşünde de önemli bir katkı yaptı.
1964 yılında gerçekleştirilen askeri darbeyle iktidara gelen askeri cuntanın 1985 yılında yönetimi sivillere devri sonrasında hazırlanan 1988 Anayasası’nın ardından yapılan yerel seçimler, katılımcı bütçenin filizlendiği dönem olarak kabul edilir. Anayasanın Brezilya’yı oluşturan 26 eyalete tanıdığı mali ve idari haklar, parti programında belediye kararlarını demokratikleştirmeyi ve belediyeleri halk konseylerine dayalı olarak yönetme gibi hedefler bulunan İşçi Partisi için önemli bir propaganda imkanı sağladı.
Halkın yerel yönetimlere katılımını sağlama hedefiyle yürütülen seçim çalışmalarının başarıyla sonuçlanmasının ardından, İşçi Partisi, Porto Alegre genelinde geniş çaplı mahalle toplantıları düzenleyerek seçim vaadini hayata geçirme yolunda önemli bir adım attı. Mahalle dernekleri aracılığıyla gerçekleştirilen geniş katılımlı toplantılarda halk, onyıllardır talep ettikleri yatırımlar için karar alabiliyorlardı. Çeyrek asır süren cuntanın baskıcı siyasal sistemi ardından birdenbire filizlenen bu demokratik katılımcı anlayış, kısa sürede geniş kitleleri seferber etmeyi başardı.
Katılımcı Bütçe
Halk bu toplantılarda Belediyenin seçim vaatlerini yerine getirmesini ve daha önceki yerel yönetimler tarafından yüzüstü bırakılan mahallelerinin iyileştirilmesine yönelik çalışmalara hemen girişilmesini talep ediyordu. Ama belediyenin tüm bunlar için kaynakları ve bütçesi yeterli değildi. O yüzden ilk olarak bir yerel vergi reformu yapıldı. Bu reformun tartışılması ve uygulanması tamamıyla yerel meclislerin katılımıyla hayata geçirildi. Reformun etkinliğini sağlayan şey de bu katılımcı tarzıydı. Böylece, bir yanda ilk kez sıradan yurttaşların belediye yönetimine doğrudan katılımı sağlayan siyasi ortam hazırlanırken diğer yandan da burada alınan kararların uygulanabilirliğinin koşulları oluşturuluyordu.
Belediye, kaynak düzenlemesinin ardından halkın karar aldığı yatırımları gecikmeli de olsa yerine getirmeye başladı. Fiiliyatta, yapılan çalışmaların niteliği ve türü, her kesimdeki bilinci ve onun örgütlenme derecesini ifade ediyordu. Taleplere verilen bu somut cevabın etkisi muazzam oldu. Kent, yavaş yavaş belediyenin, gerçekten yurttaşların kararlarını en önemli kaynak olarak gördüğünün bilincine vardı. Yönetim tarzında, yepyeni bir “olgu” doğmaktaydı. Bu olgu, bir yandan seferber olmuş fakir bir sosyal tabandan kaynaklanan kararların somutta gerçekleşmesi, diğer yandan da belediye yönetiminin saydamlığıydı. İlk yıldan itibaren, belediye hiçbir yurttaşı ideoloji veya particilik sebebiyle hor görmediğini açıkça göstermek için ısrarlı bir çabaya girişti. Sürekli olarak açık bir sürecin sözkonusu olduğunu, her yurttaşın gerekli gördüğü yatırımların savunucusu olabileceğini hatırlattı.
Tüm bu uygulamalar soyut bir anlayışla değil, kurumsallaşmış bir yapılanmayla kendini göstermekteydi. 16 coğrafi bölgede tam katılımlı mahalle toplantıları üzerine inşa edilen yapı, aşağıdan yukarıya güçlü bir zincir oluşturmaktaydı. 16 ilçenin her birinde beş farklı temada komisyonlar kurularak her bir sorun ayrı olarak tartışılıyordu. Bu komisyonlar: 1) Ulaşım ve trafik; 2) Sağlık ve sosyal yardım; 3) Eğitim, kültür ve dinlence/eğlence; 4) İktisadi kalkınma ve vergi; 5) Kent örgütlenmesi ve kentsel gelişim. Bu komisyonlar vasıtasıyla ihtiyaçlar ve öncelikler sıralanarak belediyenin çalışma programı ortaya konmaktaydı. Ortaya konan bu taslak program tekrar halka götürülüyor ve bir kez daha görüşülüp ardından nihai hali verilerek uygulamaya koyuluyordu.
Katılımcı Bütçe anlayışının kazandığı başarı, İşçi Partisi’nin ülke çapında siyasal etkinliğin artmasına yol açtı. İşçi Partisi, Porto Alegre’de 2004 yılında kadar belediye seçimlerinden zaferle ayrıldı. Dahası Katılımcı Bütçe anlayışı İşçi Partisi seçimleri kaybettikten sonra da uygulanmaya devam etti. Ne var ki uygulama, aradan geçen yıllarda ilk günlerdeki katılımcı heyecanından oldukça uzaklaştı. İşçi Partisi’nin belediye ve eyalet yönetimiyle iç içe geçmesi, zamanla mahalle temsilcilerinin de “kurumsallaşmasını” beraberinde getirmiştir. Kurumsallaşma sanılanın aksine yurttaşların aktif katılımına dayalı bu sivil girişimin giderek “devletlileşmesine” neden olmuştur.
Deneyimin Önemi
Porto Alegre siyasal bir devrimin ve radikal bir kopuşun ürünü değildi. Bu yüzden kimi zaman Birleşmiş Milletler’in örnek belediyecilik anlayışı, kimi zaman da neo-liberal iyi yönetişim zihniyetinin ileri bir uygulaması olarak gösterildi. Katılımcı Bütçe anlayışı hem Güney Amerika’da hem de Avrupa’da pek çok belediyede farklı şekillerde icra edildi.
Porto Alegre’de uygulanmaya çalışılan Katılımcı Bütçe modeli kuşkusuz mükemmel işleyen steril bir uygulama da değildi. Bununla birlikte halkın şehir yönetimine aktif katılımını mümkün kılan önemli bir adımdı. 1990’lı yıllarda rakipsiz bir zafer yaşayan neo-liberal hükümranlığın her türden apolitisizmi karşısında kökenleri Komün ve Sovyet deneyimlerine dayanan bir demokratik katılımcı anlayışın hala mümkün olduğu fikrini ve gerçeğini hayatta tutuyordu. Bu deneyim ne salt bir halk katılımı biçimi geliştirmekle, ne de basitçe biçimsel demokrasinin mekanizmalarını “daha iyi çalıştırmakla” yetiniyordu. Çok daha ileriye giderek, sıradan yurttaşların, yasama ve yürütme gücüyle yan yana durdukları ve birbirleriyle karşılaştıkları yepyeni bir kamusal alan yaratarak, siyasi eylemin demokratikleşmesinden oluşan bir yanıt getiriyordu.
Bugünden bakıldığında Porto Alegre’deki Katılımcı Bütçe deneyimi, uygulamanın başarılı sonuçlar verip vermemesinin çok daha ötesinde anlamlar ifade ettiğini vurgulamamız gerekmektedir. Bu deneyim, neo-liberal yağmacılığın en güçlü olduğu dönemde, kamusal kaynakların halkın geniş kesimleri çıkarına kullanılması gerektiği ahlakını; teknokrat yöneticilerin tüm yaşantımızı yönlendirdiği bir dünyada halkın demokratik katılımında ısrar etme erdemini gösterebildiği için bile çok önemli bir mihenk taşı olarak durmaktadır. Porto Alegre’nin bu demokratik deneyimi, 2000’li yıllarda alternatif küreselleşme hareketine, dünya sosyal forumlarına önemli bir dayanak oluşturmuştur. Bugün Dünyanın dört bir yanında kentine sahip çıkmak için sokakları dolduran yüzbinlerce kent isyancısı Porto Alegre’deki bu mütevazı deneyime önemli şeyler borçludur.
PORTO ALEGRE: FARKLI BİR DEMOKRASİ UMUDU, Marion Gret, Yves Sintomer, İthaki Yayınları, 2004.
0 yorum:
Yorum Gönder