Eleştirel Realizmin Manifestosu (Güney ÇEĞİN-Hüseyin ETİL)


“Ne var ki, dış görünüş ile şeylerin özü, eğer birebir çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu”. Karl Marx

1950’lerle birlikte sosyal bilimler felsefesi alanında iki kuramsal yaklaşımın can çekişine tanık olduk: eleştirel akılcılık ve mantıkçı pozitivizm. Bu vaziyete hâl çaresi ise iki farklı güzergâhtan geldi: Kuhn’un rölativist içerimlere sahip ama kısmen sinik olan yaklaşımı [Bilimsel yöntemin başarılı biçimde yürütülmesi, imkânsızın peşinde koşmaktır!] ve buna muhalif olarak tesis edilen eleştirel realizmin cüretkâr meydan okuması [Her şeye rağmen sosyal bilimler ile doğa bilimlerine uygulanabilecek tek bir araştırma prosedürü inşa edilebilir!]. Roy Bhaskar’ın Natüralizmin Olanaklılığı ise bugün söz konusu ikinci hattın temel köşe taşlarından sayılmaktadır. Dahası, Bhaskarcı bilim felsefesi, post-pozitivist evrede ortaya çıkan iki temel eğilimden (öznelciliği radikalleştirenler ve nesnelciliği radikalleştirenler) nesnelciliğe vurgu yaparak kopan ikinci kampa girmektedir.

Eleştirel realizm akımına bizzat kendisi de vakıf olan sosyologlarımızdan Vefa Saygın Öğütle tarafından dilimize kazandırılan Bhaskar’ın titiz bir şekilde inşa ettiği ontoloji projesini ve neolojist bir stratejiyle yarattığı kavramsal repertuarı (geçişli nesne, geçişsiz nesne, epistemik hata, ontik hata, doğurgan mekanizmalar, nedensel güçler, eğilimler, epistemik rölativizm, belirivermiş varlıklar vb.) tanıtım kapsamında aktarmak mümkün gözükmemektedir. Zira bu kuramsal yörüngenin içindeki tartışmaları kapsamak deveye hendek atlatmak kadar zor. Dahası realistlerin terminolojik terkibinin oldukça sofistike olması okuyana ciddi bir emek harcaması gerektiğini daha baştan hissettiriyor. Ancak tüm bu zorluklara rağmen Frederic Vandenberghe’nin sözleriyle pozitivizmin (aynı zamanda öznelciliğin) tabutuna son çiviyi çakan bu yaklaşımla cebelleşmek her sosyal bilimcinin ciddiye alması gereken işlerden biri olmalı!

Sosyal bilim pratiğinin içine düştüğü bir takım açmazlar (yapı-fail, birey-toplum, makro-mikro vb.) sosyal bilim felsefesinin ön plana çıkmasına neden olmuş ve sosyal bilim, bilimsel bir etkinlikten ziyade felsefi bir etkinliğe bürünmüştür. Bugünde içinde bulunulan süreçte sosyal bilimlerin ontolojikleşmesinden (ontological turn) söz etmek mümkündür. Bhaskar’ın A Realist Theory of Science (1975) çalışmasında temellerini attığı ve Natüralizmin Olanaklılığı (1979) kitabında ise ontoloji programını sosyal bilimlere doğru genişlettiği eleştirel realist akımın temel hedefi, sosyal bilimlerin “bilimsel” olanaklılığını “felsefi” açıdan temellendirmektir. Eleştirel realizmin transandantel sorusu şudur: Dünya nasıl bir gerçekliktir ki bilim mümkün olabilmektedir? Bhaskar’ın cevabı, dünyanın yapısının bilimi olanaklı kıldığı şeklindedir. Bilimlerin transandantel zorunlu koşullarını araştırmak bilimsel bilgiyi nasıl elde ettiğimiz üzerine yürütülen epistemolojik sorulara, yani nasıl bildiğimiz sorusu varlıkların ne olduğuna ilişkin soruya indirgenemez. Bilimin mümkün olup olmadığı sorusu epistemolojik değil, ontolojik bir sorudur. Ayrıca, Bhaskar açısından “varlık nedir” sorusu, tüm bilim pratiklerine zorunlu olarak içkindir, çünkü ontoloji epistemolojinin koşuludur. Bu bakımdan her teorik pozisyon belli bir ontolojik varsayıma, fiziğe ilişkin her bakış metafizik bir temele farkında olunsun ya da olunmasın örtük olarak dayanmaktadır. Bhaskar’ın kendi projesi açısından bu sav, sosyal bilim felsefesi yapmanın da meşru zeminine işaret eder.

“Tabakalaşmış Gerçeklik” Fikri

Sosyal bilimler alanında felsefi düzeyde temellendirilmiş bir ontoloji programı olan eleştirel realizmin temel ontolojik argümanı gerçekliğin tabakalaşmış olduğu fikridir. Bhaskar üç temel gerçeklik düzeyi tanımlar; sosyal bilimler alanı içinden söylersek, nesnenin karakterinin öznel (“birey”, “özne”) bir nitelik sergilediği empirik düzey (deneyimler), empirik düzey ile real düzey arasında bir dolayım düzeyi olarak aktüel düzey (olaylar) ve son olarak real düzey (nedensel/doğurgan mekanizmalar, toplumsal yapılar). Nedensel mekanizmalar öznenin yittiği bir gerçeklik düzlemidir ve natüralist bir sosyal bilimin imkânı da burada yatmaktadır; hem doğa bilimleri hem de sosyal bilimlerin analiz nesnesi nedensel/doğurgan mekanizmalardır. İnsandan bağımsız nesnel bir koşul vardır ve öznelci olmayan bir natüralizmin ontolojik koşulu yapılar ve doğurgan mekanizmalardır. Zorunluluk real mekanizmaların bir niteliği iken olay ve deneyimler (duyu düzlemi) olumsal bir karakter sergilemektedir. Benzer biçimde bilimin kendisi de zorunlu değil, olumsaldır. “Yapılar”, “eğilimler”, “doğurgan mekanizmalar” doğrudan deneyimlenemez ve görülemezdir (anti-empirisist ontoloji) ancak bilinebilirler (sosyal bilim “olanaklı”dır). Epistemolojik düzeyde bilgi toplumsal bir inşadır (epistemolojinin birey-özneye indirgendiği Kantçı formülasyonun ve bilgiyi özne-nesne arasına sıkıştıran empirizmin eleştirisi) ve nesne, insan zihninden bağımsız bir biçimde vardır. Gerçeklik “tabakalanmış” (tek-düzey ontolojilerin reddi) olmasının yanısıra “farklılaşmıştır” (dünya kapalı bir sistem değil, açık bir sistemdir). Dünyanın farklılaşmışlığı ve açıklığı iddiası, dünyanın bilgisinin de açık ve farklılaşmış olacağını sonucuna yol açar. Anti-pozitivist bir natüralizm tartışması açarak sosyal bilimler ve doğa bilimleri için temel bir yöntemsel birliği tesis etme için natüralizmi yeniden formüle etmektedir. Nesnenin ontolojik statüsünü öznenin apriori kategorilerine ve ona bağlı kurulan bilgiye bağlayan Kantçı idealist projeye karşı bilimin/bilginin transandantal koşulunu bilincin zorunlu koşulu olan real düzleme taşıması önemli bir müdahaledir. Eleştirel realizm, gerek pozitivizmin gerekse de hermeneutiğin ontolojik düzeyde empirisist, dolaysıyla da insane merkezci olduğunu iddia ederek, öznelci olmayan bir ontoloji sunmaktadır.

Gerçekliği tabakalaşmış biçimde kuramsallaştırmanın iması nedir öyleyse? Bhaskar bize evvela dünya içindeki eylemler, süreçler ve olayların varoluşsal gerçekliği ile bu gerçekliğin neyi içerdiğine ilişkin üretilen teori, kavram ve metodolojilerin varoluşsal bağımsızlığı arasındaki ilişkiselliği görmezsek pozitivizm ile hermeneutik akımlarının cenderesinde kalacağımızı söyler. Epistemolojik olan ile ontolojik olan, geçişli nesne ile geçişsiz nesne, soyut ile somut arasında realist bir yerden kesin ayrımlara gitmeyen felsefi programların belli hataları (epistemik hata, ontolojik hata) üretmekten kaçınamayacaktır. Epistemik hata da nesnel olan özneleştirilir, ontolojik hata da ise öznel olan nesneleştirilir. Oysa realist, bir nesnenin varlığından yükümlü bir “doğurgan mekanizma”yı tanımlamaya ve açıklamaya çalışan bir başlangıç noktası benimsemelidir. Bu hamle, olguya dair mevcut bilginin bilişsel öğelerinden hareketle, doğurgan mekanizmanın bir modeli inşa edilerek sürdürülür. Böylece, bilim bir olguyu yakalar, ardından ona dair açıklamalar/modeller kurar ve bunları empirik sınamalara tâbi tutar. Bharkar’ın A Realist Theory of Science kitabında belittiği gibi, dünyanın doğasının sadece bilimle bilinebileceği olgusunu, dünyanın doğasının bilim tarafından belirlendiği olgusu izlemez. Yani bilim gerçekliği belirlemez, yalnızca açıklayıcı modeler ortaya koyabilir. Buna karşılık, geçişsiz alan (doğal ve toplumsal dünyadaki gerçek şeyler ve yapılar), sadece geçişli alan (doğa ve sosyal dünyaya ilişkin modeller ve kavramlar) aracılığıyla incelenebilir. Mesela “en kral sosyolog” araştırdığı mevcut toplumsal ilişki üzerinde herhangi bir etki yaratmayabilir ya da insanlar kuşatıldıkları etkileşim alanlarına dair hiçbir etki sahibi olmaksızın hayatlarını sürdürmeye devam edebilirler. Örneğin Marx “sömürü mekanizmasını” bilgi nesnesi olarak inşa etmiştir, ancak bu sömürü mekanizması gerçek nesnesinin Marx tarafından inşa edildiği anlamına gelmez. Aynı olguyu ifade eden pek çok teori olabilir, ancak bu “ne kadar teori o kadar gerçeklik vardır” kabulüne yol açmaz, zira geçişsiz düzey geçişli düzeye indirgenemez.

Natüralizmin Olanaklılığı sosyal bilimler açısından temel bir yönelime sahip. Giddens ve Bourdieu gibi kafayı dikotomilerle mücadeleye adamış olan Bhaskar her şeyden önce realist bir toplumsal eylem modeli önererek karşımıza çıkar: “yapı, failliğin olmazsa olmaz koşuludur; ancak ayrıca yapının yeniden-üretimi failliğe bağlıdır”. Yapılar olmadan eylemin mümkün olmadığı gibi, eylemler olmadan da yapılar yoktur. Ancak bu kabul, yapısal mekanizmaların eyleme, dolayısıyla özneye indirgenebileceği anlamına gelmez. Yapılar eylemin zorunlu koşuludur. Bhaskar ve eleştirel realistler yapıları kavramsallaştıramayan “eylem teorisi” ile failin etkinliğini kavramsallaştırmayan “yapısalcı teori”nin zayıf yanlarını ve sosyal bilimi krize sokan özne-nesne (birey-toplum) felsefi sorunlarını, yapının ve failin ontolojik statüsünü ortadan kaldırmadan (Giddens’ın bir örneğini sergilediği gibi) tabakalaşmış ontoloji ve geçişli nesne-geçişsiz nesne yaklaşımıyla realist bir yerden yeniden formüle etmektedirler. Realist esinli empirik incelemelerden sosyoloji ve iktisat alanına kadar geniş bir disiplinler yelpazesine ilham veren bu perspektif, temeldeyse iki yönlü bir eleştiri hattı çizer: (a) Humecu nedensellik anlayışına dayanan ve gözlemlerle doğrudan ulaşılamayan varlıklara gerçeklik izafe etmeye temelden karşı çıkan pozitivizm eleştirisi (Oysa başka türlü bir nedensellik önerilebilir ve teorik varlıklara ‘gerçeklik’ yüklenebilir); (b) Bazı inşacı teorik hatların titiz eleştirisi (Toplumsal dünya tabi ki anlam yüklüdür, fakat buradan ‘natüralizmin olanaksızlığını’ çıkarmak hatalı bir kabuldür). Özetle Bhaskar, düz ontolojiye karşı “katmanlaşmış ontoloji”, neden-sonuç modeline karşı “nedensel güçler”, yasalara karşı “eğilimler”, kapalı dünya (teori) modeline karşı “açık dünya” (teori), atomistik varlıklara karşı “ilişkisel varlıklar”, indirgemeciliğe karşı “emergent fenomenler” kavramsallaştırmalarını ileri sürerek ontolojik bir tartışma açmaktadır.  

NATURALİZMİN OLANAKLILIĞI, Roy Bhaskar, Çev. Vefa Saygın Öğütle, Pratika Yayınları, 2013. 

0 yorum:

Yorum Gönder