XX. yüzyıl sonunda kapitalizm alternatifsiz bir uygarlık projesi olarak daha önce nüfuz edemediği coğrafyalara, kültürlere, yaşam tarzlarına, insan ilişkilerine nüfuz etmek üzere topyekûn bir saldırıya geçti. Toplumlar kapitalizmin ihtiyaçlarının gerektirdiği ölçüde bu saldırıdan nasiplendiler. Kendini azalan kâr oranlarında gösteren talep yönetimine dayalı tam istihdam birikim rejiminin sınırlarına varılmış olması nedeniyle kapitalizm hemen her şeyi metaya dönüştürüp insanın ve eşyanın başat varoluş alanını piyasa olarak belirlemeyi son haddine vardırdı. Böylece daha önce çeşitli kamusal mekanizmalarla salt ticari mübadele alanından sakınılan (kamusal) ihtiyaçlar birer metaya dönüştürüldü. Kapitalist Batı’nın dünyaya kavrayıcı, dönüştürücü bir perdeden nüfuz etme hamlesi yüksüz (kimliksiz) insan topluluklarına karşı yapılmış değildir. Toplumlar, coğrafyalar, kültürler kapitalizmle karşılaşmış, dönüştürülmüş, buna direnmişlerdir. Kapitalizm her çeşit pragmayı, radikalleştirerek içeriksizleştiren karakteri sayesinde, yerellikleri tanıyarak hızla aşmıştır. Buna küreselleşme denmiştir. Kimliklerin siyasal olanın gerçekleşme zemini haline gelmeleri kapitalizmin yeniden üretim krizi nedeniyle olduğu kadar Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle “büyük” siyasi iddiaların gözden düşmesi (?) nedeniyledir de.
Toplumların kapitalizme direnme biçimlerinin en radikali, öyle sanıyorum ki, kapitalizmi içererek aşma çabası olmuştur. Çin ve Hint bunun belirgin örnekleri olarak durmaktadırlar. Fakat bu çerçevede İslam’ın kapitalist Batı ile karşılaşmasını özgün kılan, kapitalizmin İslam’a yüklediği siyasi misyondur. Fransız araştırmacı Patrick Haenni’nin bu özgün ilişkiyi ele alan Piyasa İslamı adlı çalışması, Levent Ünsaldı’nın yetkin çevirisiyle, 2011 baharında Özgür Üniversite Kitaplığı tarafından yayınlandı.
11 EYLÜL VE KAPİTALİZM-İSLAM ETKİLEŞİMİ
Patrick Haenni, İslam’ı da kapitalizmi de XXI. yüzyıl başında yaşananların sonuçlarını esas alarak değerlendirmiştir. Kapitalizm-İslam etkileşiminin söz konusu dönem için miladı olarak 11 Eylül saldırılarını kabul etmiştir. Saldırılar gerçekten de sonraki olaylar için miladı temsil ediyorsa da yazar İslam’ı dünya çapında ciddi bir düşman haline getiren katliamın nedenlerine odaklanma gereği duymamıştır. Böyle olsaydı, yaşanan faciayı kapitalist dünya sisteminin yaşadığı dönüşümün bir sonucu olarak görmesi mümkün olabilecekti. Öte yandan milenyum başında İslam’ın nasıl oluyor da bütün dünya için bir tehdit haline geldiğinin gerekçeli bir açıklamasının ancak İslam’ın ne olduğuna ilişkin asgari bir analizi gerektirdiği hakikatini gözden kaçırması, yazara kapitalizm-İslam ilişkisine ilişkin mesnetsiz iddialara mal olmuştur. Bu bakımdan yapıtın iddialarını gerekçelendirecek ön tartışmaları içermemesi temel bir noksanı olarak belirmektedir.
Haenni’ye göre 11 Eylül’den sonra temelde dini referans alarak siyasal egemenlik sağlamak olarak görülebilecek geleneksel İslamcılık gerilemiş, dinsel pratik ve simgelerin kamusal alanda görünürlüğünün artması yahut temelde burjuvalaşma olarak görülebilecek İslamlaşma yükselmiştir.
KODLAMA HATASI!
İslam’ın kapitalizmce teslim alınışını, İslami pratiklerin ve simgelerin piyasa ilişkilerinin öngördüğü biçimler almasını okura coşkuyla gösteren yazarın derdi, Fransız laisizmini içeren Aydınlanma değerlerinin terk edilip Amerikan muhafazakârlığının öngördüğü cemaatçiliğin benimseniyor olmasıdır. Yazar bu dönüşümün taşıyıcısı olarak geleneksel İslamcılık’ın sekterliğinden hoşnut olmayan, işletme kültürünün bireysel başarı mitine inanmış, Müslüman olma onurunun simgesi girişimciyi (nahoş İslamcı) göstermektedir. Böylece İslami sivil toplumun dönüşümünü, daha doğru bir ifadeyle yükselişini (kapitalistleşmeyi) İslamlaşma olarak kodlamak suretiyle İslam’ın siyasal iddialarından vazgeçtiği sonucuna varıyor. Oysa İslamlaşma da pekâlâ Müslüman dünyanın kapitalizmi içererek aşma pratiği olarak görülebilir. Yazarın İslamlaşma ile İslam’ın siyasal iddialarından feragat ettiği düşüncesi, burjuvazinin işine geldiği için sivil toplumun siyasal karakterini görmezden gelme tutumunu yinelemektir aslında. Bu tutuma kolaylıkla sapmasında daha baştan İslam’ı kategorik unsurları ile belirlememesi etkilidir. Bu nedenle de İslam’ın kapitalizme ne kadar ters olduğu asli sorusu ancak kendini dayattığı ölçüde görünür oluyor çalışmada. Bunun yerine siyasal iddiasını yitiren İslami kimliğin sivil toplumu düzenleyen etik normları öne çıkarmak suretiyle ayakta kalabildiği iddia edilmektedir. Ancak kimlikten arî, yüksüz bir etiğin mümkün olup olmadığı sorusu sorulmadığından, aslında her siyasal iddianın zeminini oluşturan etik, kimlikten kurtulmanın vasıtası olarak tespit ediliyor. Nitekim Haenni’ye göre Müslüman olmanın onurunun simgesi girişimci, politik olamaz; bununla birlikte yeni İslam’ın parasal hedeflerin ötesinde yeni bir İslami düşsel oluşturma çabasında olduğunu da iddia ediyor. Çözümleme net bir ekonomi-politika ilişkisini varsaymadığından kapitalizm-İslam etkileşimi, sonuçları üzerinden kültüralist bir perspektifle ele alınmak zorunda kalınmış. Dolayısıyla kapitalizmin İslam’a bir biçimde nüfuz ettiği, bunun olumlu karşılık bulduğu (İslamlaşma), bu noktada önemli bir seçimle karşı karşıya olunduğu tespiti çalışmanın çözümleme ekseni oluveriyor: Yeni İslam yahut piyasa İslam’ının siyasal iddialardan ari varoluşu, Aydınlanma değerlerine dayanan Fransız laisizmine mi yoksa Amerikan muhafazakârlığının öngördüğü cemaatçiliğe mi dayanacak?
MUTEDİL DÜŞMAN MI YENİ MÜTTEFİK Mİ?
İktisadi krizlerin önemli siyasal sonuçları olabileceği hemen herkes tarafından kabul ediliyorken, burjuvaların temelde siyasal birer aktör oldukları aynı yaygınlıkla neden kabul edilmez? Ekonomi-politika ilişkisinin muğlak karakterini açığa çıkarmaya dönük girişimlerin genel başarısızlığı kuşkusuz bu durumun başlıca nedenlerindendir. Patrick Haenni’nin dünya kapitalizminin önemli bir aşamasında olup bitenleri sadece sonuçları üzerinden değerlendirmesi de bence söz konusu ilişkinin net bir kavramına sahip olmamasındandır. Öte yandan İslam’ın ve kapitalizmin kategorik olarak belirlenmemiş olması ve bağlantılı olarak din gibi hassas bir meselenin gerektirdiği sekülerlik tartışmasının referans noktası olarak kabul edilmemesi, yapıtı, sürecin sonuçlarına ve sonuçları arası ilişkilere dikkat çekmesinin su götürmez kıymeti bir yana, miyopia ile malûl kılmaktadır. Örneğin yeni İslam olarak görülen fenomen, kapitalist Batı’nın Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra ihtiyaç duyduğu mutedil düşmanın (köktenci İslamcılık) denetlenebilmesi için İslam’a nüfuz etmesi (İslamlaşma) sürecinin bir sonucu olarak da görülebilirdi ve dayandıkları aşkınlık anlayışının aynı olması nedeniyle aynı medeniyete mensup oldukları kabul edilebilecek kapitalist Batı ve İslam’ın kavgalarının suni intibak zorluklarının aşılmasıyla sınırlanamayacak nedenlere dayandığı. Sürecin İslamlaşma olarak kavramsallaştırılması, bir yandan İslam’ın Batı’nın domine ettiği dünya siyasal sisteminin yeni çatışma alanlarının tesis edicisi kılınmasının, diğer yandan hem sisteme henüz eklemlenmemiş toplumların dünya iktisadi sistemine eklemlenmesini hem de bunun Müslüman kimliği üzerinden gerçekleştirilmesi suretiyle İslam’ın radikalleştirilerek içeriksizleştirilmesini gizlemek anlamına geliyor. Bu bakımdan İslamlaşma kapitalizm-İslam ilişkisinin muğlak bir evresinin ayakları yere basmayan bir kavramsallaştırması olarak beliriyor. Öyle görünüyor ki bu ilişkinin mahiyetini, Müslüman toplumların dünya siyasal-iktisadi sistemi içinde nerede saf tutacakları tayin edecek.
0 yorum:
Yorum Gönder