Yoksulluk, oldukça uzun zamandır, uluslararası kurumların, devletlerin ve insan hakları örgütlerinin politika belgelerinde, ortadan kaldırılması mümkün olmayan ancak sonuçları üzerinde bir takım düzeltmelerin gerçekleştirilebileceği kötü başlamış bir hikâye olarak tarif ediliyor. Bu belirlemenin kabulü, meseleye ilişkin yeni sorular sorma ve gerçeklikle farklı biçimlerde ilişkilenme ihtimallerinin büyük ölçüde iptali anlamına geliyor. Bu lügate göre en iyi yoksul, kendisini bu bağlama yerleştiren mekanizmalara ve elbette bu mekanizmalardan türeyen söyleme doğruluk kazandırmaktan başka bir şey yapmayan yoksuldur.
Yoksulluk özünde bölüşüme ilişkin bir sorun. Yoksulluğun sistemli varlığı, asıl olarak bölüşümde çok ciddi sorunların mevcut olduğunu, adil bir bölüşümü engelleyen bir takım mekanizmaların iş başında olduğunu ve işlerin bu şekilde devam etmesi için yoğun çaba sarf edildiğini açıkça ortaya koyuyor. Kısaca ifade edersek, yoksulluk, ortadan kaldırılması adına büyük çaba sarf edilmesi gereken değil, asıl olarak devam etmesi için ısrarlı ve sistematik müdahaleler gerektiren bir sorun.
Zafer Yılmaz, Yoksulları Ne Yapmalı isimli kitabında pek çok sorunun yanında yoksulluğun hangi mekanizmalar çerçevesinde nasıl tanımlandığını ve yoksulluğa ilişkin politikaların nasıl bir görme ve gördürme biçimine yaslandığı sorularını soruyor. Bu yönüyle Yılmaz’ın kitabının her şeyden önce, yoksulluk sorunu etrafında örgütlenen kabullerin hangi tekniklere yaslanarak var olduğunu ortaya koyan ve iptal edilen ihtimalleri yeniden tartışmayı mümkün kılacak bir alan temizliğine giriştiğini belirtmeliyiz.
Bir yönetim mantığı olarak liberalizmin yoksulluğa yönelik politikaların oluşturulmasında risk ve belirsizlik kavramlarını farklı tarihsel bağlamlarda nasıl kullandığı sorusunun kitabın ana hattını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Belirsizlikle mücadeleyi bugün girişimci bireyin ayrılmaz bir parçası kılan yönetim mantığının, istatistik başta olmak üzere yaslandığı tekniklere ilişkin soykütüksel analiz, kitabın en ufuk açıcı yönlerinden birini oluşturuyor. İstatistiğin egemenlerin ellerinde “yanlış” kullanımına ilişkin eleştirilerin son dönemde giderek artmasından hareketle, özellikle sosyal bilimcilerin, en başta yoksulluğun/toplum kesimlerinin istatistikleştirilmesinin ve nüfus kavramının hangi iktidar teknikleri sayesinde mümkün olabildiğini sorgulamaları gerekmektedir. Bu sorgulamaya girişmek için bu kitabın Türkçedeki en önemli kaynaklardan biri olduğunu özellikle belirtmek isterim.
İktidarın yoksulu ve yoksulluğu “yerli yerine” koyan düzeninin en önemli araçlarından biri istatistik. İstatistiğin yardımı ile yoksulluk, toplumsala ilişkin bir sınır olarak düzenlenmekte, yoksulların sınırı aşındıran potansiyelleri risk hesaplamaları üzerinden denetim altında tutulmaya çalışılmaktadır. Denetim mekanizmalarının her yeniden düzenlenişi, tam anlamıyla bir denetimin olanaksızlığını ortaya koymaktadır. Yüzyıllardır devam eden ve yoğunluğu giderek tırmanan denetim mekanizmalarının varlığının en önemli nedenlerinden biri yoksulların, sınırı ihlal etme, onu aşındırma ve yeniden belirleme kudretleridir. Bunun elbette ki her şeyden önce siyasal bir kudret olduğunun altını çizmeliyiz. Zaten yoksulluk üzerine egemenlerin ürettiği söylem ve mekanizmalar, yoksulların en çok da bu kudretini örtbas etme çabalarının ürünüdür. Yoksulluğun kader ya da seçim şıklarından herhangi birine çeşitli tekniklerin işe koşularak sıkıştırılması yönündeki manevraların gelişkinliği, yoksulların “fazlasının” siyasal sonuçlarının, yüzyıllardır ve fazlasıyla ciddiye alındığını göstermektedir. Yoksulluğun bir eksiklik üzerinden ya da çok yönlü eksiklikler olarak ele alınışının neredeyse herkes tarafından örtük biçimlerde de olsa kabullenildiği bir tarihsel bağlamda nefes alıyoruz. Yılmaz bu kitabıyla, yoksulların fazlasından türeyebilecek siyasal imkânları yeniden düşünmemizi mümkün kılan bir soruşturma biçiminin varlığına işaret ederek, yoksulları düşünme biçimlerimizi yeniden gözden geçirmemizin ne denli önemli olduğunu hatırlatmaktadır.
Yoksulların siyasal fazlalarından türeyebilecek belirsizliklerin sayısallaştırılarak zapt edilmesi ile başlayan süreç, bugün yoksulluğun yönetiminin bizzat belirsizlik etrafında yeniden örgütlenmesi ile devam etmektedir.
Toplumsal alanın neoliberal ilkeler uyarınca inşası, toplumsal ilişkilerin ve öznelerin sermayenin dili ile yeniden kodlanması ile mümkün olmaktadır. Bu bağlamda birey eğitim, sağlık, strese dayanıklılık durumu, cinsel yönelim, genetik kodları vb. ile bir sermaye biçimi olarak kodlanmakta ve onun biyolojik varlığını oluşturan her şey doğrudan doğruya siyasetin nesnesi haline gelmektedir. Beşeri sermayenin sahibi, bir serbest girişimci olarak, riskler karşısında sermayesini güvence altına almak için onu sürekli geliştirmek, korumak, yeniden üretmek ve ayakta kalmak için de diğer beşeri sermaye sahipleri ile kıyasıya bir rekabet içinde olmakla yükümlüdür. Beşeri sermaye yeterince rasyonel biçimde işletilemediği takdirde ortaya çıkan sorunların (işsizlik, yoksulluk, açlık, dışlanmışlık vb.), bu sermayenin sahibinin kendi kendine yol açtığı sorunlar olarak düşünülmesi istenmektedir. Benzer biçimde toplumsal alan da beşeri sermaye sahiplerinin karşılıklı fayda esasına göre dizildiği bir alan olarak kavramsallaştırılmaktadır.
Vatandaşlık ve insan kategorilerini ve bunlar üzerinden toplumsal alanı yeniden tarif etmeye çalışan iktidar mekanizmalarının bugün sadece yoksulları değil “insan”ı da kapma yönündeki hamlelerine yanıt üretmede bu kitabın fazlasıyla faydasını göreceğinize eminim.
YOKSULLARI NE YAPMALI?, Zafer Yılmaz, Dipnot Yayınları, 2012.
0 yorum:
Yorum Gönder