Umudun Arkeolojisi: Din ve Maddecilik (Bora ERDAĞI)

Bazı yazarların veya kitapların okunması için özel nedenler gerekir. Eğer bu özel nedenlerden yoksun sıradan bir okursak zaten okumamızın başarıya ulaşması, beklentilerimizin karşılanması mümkün değildir. Kısa sürede okumayı bırakıp sızlanmaya başlarız. Fakat kendi gündelik yaşam alanlarından hayata doğru ve hayattan kendi ilgi alanlarına doğru söz almak isteyen bir okursak, o zaman işler değişir. Yani sıradan okur için sıkıntı olan tüm imgeler, simgeler, sözler, anlatılar, düşünceler ve gerekçeler bizim için bütünsel dünyanın patikalarına dönüşüverir. Bu patikalar elbette kendini yatmak isteyenin yol haritaları olup çıkabilir de aksi bir etki yaratıp tamamen okuyucusunu kendine bağımlı da kılabilir. Yıllarca aynı yazarlara ve kitaplara referans veren okurların durumu biraz böyledir. Örneğin zannımca Ernst Bloch’un (1885-1972) 1968’te yayımladığı olgunluk dönemi yapıtlarından Hıristiyanlıktaki Ateizm bu türden bir yapıt olarak sayılabilir. Hıristiyanlıktaki Ateizm Bloch’u hiç okumamış sıradan bir okura hemen sırtını dönebilir, kendini yaratmak isteyen okura ise uzun ve zor bir yolculuğa davet çıkarabilir.

Sırası gelmişken Hıristiyanlıktaki Ateizm hakkında birkaç şey ifade etmeden biraz Bloch’tan da bahsetmek yararlı olabilir. Bloch “Marksizm ve Doğal Hukuk”, “Edebiyatta Şimdiki Zaman”, “Bir Şeyler Eksik” gibi makaleleri ile Rönesans Felsefesi (2002), Umut İlkesi I.-II. (2007-2012) ve İzler (2010) adlı kitapları ile Türkçede tanınmaya başlayan bir düşünür. Ayrıca Türkçede Bloch üzerine birkaç telif makale de bulmak mümkün ama ne yazık ki bütün bunlar Türkçede Bloch ve eserleri ile geç ve yetersiz karşılaşmayı telafi etmiyor. Almanya’da ve eleştirel felsefe geleneği ile ilgili olan çevrelerde Bloch oldukça iyi bilinen bir düşünür. Özellikle teoloji, felsefe ve güncellik varyantlarını birleştiren okurun tanıması gerekiyor. Hıristiyanlıktaki Ateizm Bloch’un söz konusu varyantları nasıl ele aldığının tipik örneğini yansıtıyor.

Hıristiyanlıktaki Ateizm’in Türkçe çevirisinde Peter Thomas’ın “Önsöz”ü ve Veysel Atayman’ın “Çeviriye Not”u eşlik ediyor. Fakat Thomas’ın ve Atayman’ın girişimleri bu kitabı okumak ve yoğunlaştırılmış bir sonuca ulaşmak için yeterli değil. Çünkü kitabın kendine özgü güçlükleri var. Elbette bu güçlükler kitabın değerini azaltmıyor, aksine çoklu okumaları koşullandırdığı için zenginleştiriyor. Bir başka ifade ile söz konusu güçlükler Bloch’un aşağıda değinmeye çalışacağımız temalarından kaynaklanmakla birlikte, sık sık kültür dünyamızın kadim yapıtlarına derinlemesine dalmasından ve şeytan ayrıntıda gizlidir dercesine nakşettiği çözümlemelerinden kaynaklanmaktadır.

Hıristiyanlıktaki Ateizm kitabı temelde yedi bölümden oluşuyor. Her bölüm kendi içinde de bölümleniyor, fakat sanki kitap bu bölümlerin özerk birlikteliğinden şekilleniyor. Uygun bir ifade ile, bölümler arası karşılıklı bir bütünlükten ziyade temel bir soru etrafında kurgulanmış onlarca araştırmanın birlikte nakşedilmesi söz konusu. Örneğin Bloch, döne döne “keşfetmek”, “olmakta olmak”, “şimdi ve burada geçmiş ve geleceğin somut birliği olarak olmak”, “zamana müdahil olmak” “sınırlar aşmak”, “güncel olmak”, “ütopya ruhunu ele geçirmek”, “umudun arkeolojisinden gerçeğe bakmak” gibi kavram art alanlarını ve/ya kavramları her karşılaşmasının ve düşünme çabasının içine yerleştiriyor. Bu da açıkladığı ve tartıştığı kavramları, olayları ister teoloji ve felsefe ile ister tarih ve güncel olaylar ile birlikte değerlendirsin hep aynı noktaya yöneltiyor. Dolayısıyla Bloch’un bireşimsel bir çerçeve yaratmaktan çok, bütünsel bir sorgulamayı önemsediği görülüyor. Bu yüzden kitabın zorluğu yazarın kendisinden çok, sorduğu soruların dolayımlar aracılığıyla kendine cevaplar üretilebileceği gerçeğinden kaynaklanıyor.

Nihayetinde Bloch Hıristiyanlıktaki Ateizm kitabında Eski ve Yeni Ahit’e, onları yorumlayan heterodoks düşüncenin ustalarına, mitos ile baş etmeye çalışan felsefe ve din tarihinin aydınlanmacılarına, eskatolojik ve mesiyanik arayışları somutlayan ütopyacılara Bloch sanki şu soruyu soruyor: “Biz kendimiz o Yedinci Gün olacağız.” diyen bir dinin imkânları ile bu ruhsuz dünyanın ruhu olmaya çalışan dinin kendisi arasındaki yarıklara işaret eden, bir bakıma her tür düşünmenin sınırlarını aşan heretiklerin mirasını “bugün” ile nasıl buluşturabiliriz? Elbette bu “bugün” fikrini Bloch’un komünist geçmişinden gelen devrimci bir arayış şekillendirmektedir, yoksa postmodern new age tarzı dine teslim olma ve oradan bir çıkış bulma arayışı değil:

“İnsanlığın hazinelerinin, varolduğu sanılan bir gök yanılsamasının içine fırlatılıp elden çıkarıldığı anlayışı, insanın kendine yabancılaşmasına dair bu kavrayış ne olursa olsun kimi mistik katkılar olmaksızın ortaya çıkamazdı; ve de bu yabancılaşma, bu içebakış anlamında mistik, ne kilise transzendenzine (aşkınlığına-b.e.) ne de tamamen soyut dinbilimine giren bir konudur, ama bütünde Marx’ı ilgilendirir; zincirleri gizleyen imgesel, fantastik değil de ‘canlı çiçeği’ koparan” (s.120).


Her şeyden önce Bloch mitostan, destandan, sagadan, masaldan, büyüden, sözlü ifadelerden neşretmeye başlayan kültürün tüm arkaik dilini insanlığın ortak hazinesi olarak kabul ediyor ve o hazineyi kucaklıyor. Onları bilim öncesi bir yapıya işaret ediyorlar iddiası ile elinin tersiyle itmiyor. Aksine onlara sahip çıkıyor. Çünkü halkın kültürü sadece bilimin dilinden konuşmaz. Varoluş her zaman hayatın tüm imkânlarını kullanmak ister. Her tür toplumsal kazanım halkın ağzına vurmak değil, onunla konuşarak ilerler. Eğer hayat kazanılmak isteniyorsa, onu elbette hem boyun eğdiren ve teslimiyet ikrarı yaratan bir mistifikasyon dilinden hem de bilimin ve teknolojinin dilinden kurtarmak gerekecektir. Bu tür indirgemeciliklere karşı kurtuluşun rehberi “insanın insana kulluk etmediği” bir “şimdi ve burada olma” mücadelesidir.

Bloch Kutsal Kitap’ın fakirler için “skandal” ve “rezalet”, zenginler için “ikiyüzlülük” taşıdığını inkâr etmez. Fakat aynı kitabın ortak kültürün dilindeki devrimci çıkışlara cevaz verdiğini de yineler. Yani Vatikan’ın ya da Roma Hıristiyanlığının aziz kiliselerinin, dini hassasiyetleri gereği kadınların çıplak kolla kiliseye girmesini istemediğini görür ve yine aynı kiliselerin Nazilerin antisemitik tutumlarını doğrudan yargılamadığını da görür. Bu düpedüz kilisenin ikiyüzlülüğüdür. Ancak aynı dinin heretikleri de vardır ve onlar da ütopya ruhu ile en az komünistler kadar uyuşumludur.

Bloch son tahlilde hayatın gerçekliğinin kavranması için ve “Biz kendimiz o Yedinci Gün olacağız”ı şimdi ve burada gerçekleştirmeye çalışırken ölüm, korku, kaygı, güç, cesaret, açlık, umut, yabancılaşma, aşk, logos, miras gibi kavramları din ve maddecilik bağlamında tarihsel olarak tek tek çözümleyerek kendi heretiklerinin yolundan ilerliyor. Bu kitabı özellikle “umudun arkeolojisi”yle, “kurtuluş teolojileri”yle ve “anti-kapitalist müslüman hareketleri”yle ilgilenen okurlar incelemeyi ihmal etmemeli. Ez cümle: Bu kadar ağır dile ve anlatıya sahip bir kitabı büyük çaba göstererek Türkçeye kazandıranlara ayrıca teşekkür ediyorum.

Ernst Bloch, Hıristiyanlıktaki Ateizm: Exodus’un ve Krallığın Dili, çev. Veysel Atayman, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2013, 443 sayfa.

0 yorum:

Yorum Gönder