Oya Baydar'ın son romanı O Muhteşem Hayatınız da odak noktasını bu şekilde oluşturmuş bir roman. Romanla ilgili konuşmadan önce, romanın yazılmasına neden olan “olayın” Baydar'ın hayatından bir parça olduğu ancak romanın ana karakteri Diva'nın yaşamının yazar ile hiçbir alakası olmadığını da eklemeliyiz, Oya Baydar kitabın sonundaki “son bir not” kısmında öyle söylüyor çünkü.
'BU ROMAN BİR DERSİM ROMANI DEĞİL'
Önceki romanlarında, özellikle Kayıp Söz ve Çöplüğün Generali, Baydar'ın romana bakış açısının kurgusal anlamda farklı olduğunu ve kendine farklı bir yol çizdiğini gösteriyordu ki anlatısı güçlü yapıtlar olduğunu söylemek gerekiyor. Gerek edebi yapıları gerek anlattıklarıyla da gerçekten önemli kitaplardı. Diğer kitapları için aynı şeyleri söylemek ne yazık ki mümkün değil. O Muhteşem Hayatınız yayımlandıktan sonra Baydar'ın “Bu roman bir Dersim romanı değil” çıkışı, röportajlarda ve yazılarda sıkça konu edildi ki -son notta bu da yazıyor- bu benim romanla daha çok ilgilenmemi sağladı, zira ortada bir yazarın kendi romanı hakkında kesin bir yorumu/kararı vardı.İÇ SESLERİN ETKİSİ ÇOK FAZLA
Dünyaca ünlü bir opera sanatçısı olan Diva'ya isimsiz bir hayranı ajans aracılığıyla ulaşır ve onda Diva'ya ait kendince önemli saydığı fotoğraf, belge vb materyallere sahip olduğunu iletir. Hayranlarından bunalmış Diva'nın önce kulak ardı ettiği daha sonra önemsediği bu kişi romanda “toplayıcı” olarak adlandırılıyor. Toplayıcı, Diva'ya ait bulabildiği ne varsa biriktiren ve asla bir koleksiyoncu olmadığını iddia eden birisi olarak tanıtılıyor. Diva'nın Dersim Katliamı sırasında ana-babasını kaybettiğini ve bir subay tarafından evlat edinildiğini de romanın başında hemen anlıyoruz. Hemen diyorum zira daha kurgunun henüz başında alelacele, okuyucu bunu da öğreniyor. Beş yüze yakın sayfa sayısı olan bir kitapta acele edilmesi ne gibi bir güdüyle yapılmıştır bilinmez ama sorunlu bir yanı olduğu çok belli. Farklı anlatıcılara sahip eserlerde olay örgüsünü yazardan ziyade karakterlerin açıklaması daha doğrudur çünkü. Diva'nın kendisine gösterilen fotoğraflar aracılığıyla çocukluk yıllarına yaptığı geri dönüşler de bu bölümde geniş yer tutuyor. Şımarık yetiştirilen kız çocuğu profili ise Diva'ya sonradan eklenmiş bir karakter özelliği gibi görünüyor. Romanın ilerleyişi içerisinde o “ortalama” diye tarif ettiği hayatın ortalamanın üstünde olduğunu anlamak da hiç güç değil zaten. Anlatıcıya sonradan eklendiğini söylediğim bu özellik zaten romanın içinde kendini sıkça belli ediyor. Anlatıcı konusundaki sorun burada başlayıp romanın bütün bölümlerinde kendini gösteriyor. Birer sanrıymış gibi, anlatılmak istenen ve kime ait olduğu bir türlü anlaşılamayan iç seslerin romana etkisi de çok fazla ki bu etkinin pozitif olduğundan bahsetmek mümkün değil. Tekrarların ziyadesiyle yavaşlattığı metni bu tür sanrılar ya da toplayıcının defterinden notlarla ilerletmeye çalışmak bir süre sonra romanı değil ilerlemek, durma noktasına getiriyor.BİR KÜÇÜK (!) BURJUVA
Arya ve toplayıcının anlatıcığı olduğu bölümlerde de bu handikaplar sürüyor. Burada Arya ve toplayıcıyı da anlatmak gerektiğine inanıyorum. Arya, hayatını müzikolog olarak devam ettirmeye çalışan bir küçük (!) burjuva. Diva'nın kızının adının Arya olmasına takılmadan sormak gerekiyor, romanın başında yazdığı gibi; “kendi yaşadığım mı onun anlattığı mı?” Bu soru romanı büyük ölçüde ele veriyor. Tek güçlü karakter yaratıp ki kendisi Diva'dır, diğer karakterleri etrafında şekillendirmek istemiş Oya Baydar, bu kabul edilebilir bir tutum ve normal gelebilir, ancak bu durum büyük bir sorunu da beraberinde getirmiş; diğer anlatıcı görevlerini üstlenen karakterlerin üslubunun benzerliği. Burada karakterlerin ya da anlatıcının değil, yazarın kontrolü fazlasıyla hissediliyor ve roman; kurgusu, zamanı, karakterleriyle değil, Oya Baydar'ın istediği gibi yürümeye başlıyor. Biyografik olmadığını ve otobiyografik olarak yalnızca bir çıkış noktasına sahip olduğunu bildiğimiz romanın yazarının hâkimiyetine girmesi kabul edilebilir görünmüyor. Baydar, karakterlerini -anlatıcılarını- kendinden kurtaramamış ve metnin tıkanmasına bu yönde büyük “katkı” sunmuş görünüyor.'CURCUNA'YA DÖNMÜŞ ROMAN
Roman çözülürken okura sormaya/sordurmaya çalıştığı sorular ise en hafif tabiriyle “curcunaya” dönmüş romanı yeniden karmaşıklaştırıyor. Yakın tarihin gerçekliklerini ortalama bir demokrat havasıyla cevaplamaya çalışan anlatıcı/ların burada da tek yaptıkları, işi daha da zora götürmek. Dersim romanı olmadığını söylerken Oya Baydar ne kadar ciddiydi ya da ne anlatmak istedi anlayamıyorum/bilemiyorum ancak Dersim'in bütün gerçekliğinden faydalanıp, biraz da resmi ideolojiyi kutsayan aydın görüntüsüyle yakın tarihe “ama” ile başlayan cümleler kurmak... Şöyle bitirelim; Orhan Duru, Yeni Ufuklar Dergisi'ne '61 yılında yazdığı bir yazısında bu tür romanlarla ilgili şöyle diyordu:“Orhan Hançerlioğlu ve Muhtar Körükçü gibi yazarlar ise bir süre, içinde köylü sorunlarını ele almak modasına kendilerini kaptıran şehirli yazarlardır. Bu sorunları kendi içlerinde duydukları şüphelidir.”
Oya Baydar'a taraflı bakan, romancılığını da anlamamış birinin herhangi bir yönteme dayanmayan basmakalıp eleştirisi. Çözümleyici bir eleştiri yok bu yazıda. Elveda Alyoşa' yı , Erguvan Kapısı'nı okumadan, Sıcak Külleri Kaldı' yı hazmetmeden Oya Baydar anlaşılamaz. Kaldı ki okur ve eleştirmen olarak benim de eksiklikler bulduğum bir roman. Ama bu kadar da yüzeysel, bu kadar da üstten bakılmaz ki. Önüne gelen eleştiri yazarsa böyle oluyor işte.
YanıtlaSil