Sudanlı yazar Tayeb Salih’in ilk olarak 1966 yılının Eylül ayında yayınlanan Kuzeye Göç Mevsimi adlı romanı konusu ile olduğu kadar dili ile de insanı etkileyen bir roman. 2011 yılında Ayrıntı Yayınları tarafından yeniden basılan, 136 sayfa ve 10 bölümden oluşan roman Arapça aslından Türkçe’ye Adnan Cihangir’in akıcı ve özenli çevirisi ile kazandırılmıştır.
Sömürgecilik Sonrası Edebiyatı üzerine yapılan çalışmalar sırasında okunmak üzere belirlenmiş olan kitap, ilk bakışta yazarın (Edward Said gibi) her iki kültürü (Sudan ve İngiliz kültürlerini) de tanımasının bir sonucu olarak sömürgecilik, sömürgecilik sonrası olaylara ve Kuzey/Güney ikilemine tarafsız yaklaşımı ile dikkat çekmektedir. Emre Can Dağlıoğlu’nun da ifade ettiği gibi: “[Tayeb Salih] Her yanı zulümle dolu bir yol seçmenin acılarına göğüs geremediği ve kimseden nefret etmediği için kıymetlidir. Oryantalizmi ters yüz edebildiği için değerlidir. Ne Emperyalizmi bir modernleşme aracı olarak baş tacı eder, ne de içine kapanık bir dünya hayal eder. Eşikte durabilmenin rahatlığıyla sözünü söyler ve bu kadar arada kalabildiği için bir ikondur.” Bunun yanında, Tayeb Salih’in kullandığı son derece yalın dil, samimi ifadeler ve doğal anlatım sayesinde roman, her türden okuyucu kitlesinin kolayca okuyup anlayabileceği bir nitelik kazanmaktadır. Yine de kurgunun çok katmanlı yapısına bağlı olarak kullanılan zamanda ileri/geri sıçrama tekniği (flashforward /flashback), sade okur kitlesi için olay örgüsünü takip etmede bazı sıkıntılara yol açabilir.
Romanda iki farklı anlatıcı bulunmaktadır. Bunlardan biri romanın başından sonuna kadar okuyucuya eşlik eden isimsiz bir anlatıcı, diğeri ise aynı zamanda romanın başkahramanı olan Mustafa Said’dir. Okuyucu, Mustafa Said’in hikâyesinin bir bölümünü kendi ağzından anlatıcıya aktarılırken öğrenir. Fakat hikâyedeki boşluklar isimsiz anlatıcının yaptığı araştırmalar ve ulaştığı belgeler sayesinde yine anlatıcı tarafından bir bulmaca gibi doldurulup okuyucuya aktarılır.
Kısaca romanın olay örgüsüne değinmek gerekirse; İngiltere’de yedi yıl İngiliz Edebiyatı eğitimi gören isimsiz anlatıcı, doğduğu ve büyüdüğü yer olan Sudan’daki köyüne ailesinin yanına döner ve daha ilk gün köyün yerlisi olmayan ve köyün yerlilerinden Hüsna ile evli Mustafa Said dikkatini çeker. Anlatıcı, merakını yenemeyerek Mustafa’nın kim olduğunu sorgulamaya, hayatı ve kadınlara olan aşırı düşkünlüğü ile ilgili bölük pörçük bilgiler edinmeye başlar. İngiltere’de kısa zamanda iyi bir konum sahibi olan Mustafa kendisini ‘kuzeyin ve soğuğun özlemini duyan güney’ olarak tanımlar ve kadınlara bir avcı gibi yaklaşır, en sonunda cinayetle suçlanarak yedi yıl hapis cezasına mahkûm edilir. Mustafa hikâyesinin bir bölümü olan bu olayları anlattıktan kısa bir süre sonra da karısını ve çocuklarını anlatıcıya emanet ettiğini yazdığı bir mektup bırakarak kaybolur. Cesedi bulunmaz, fakat Nil Nehri’nin sularında can verdiği düşünülür.
Çok katmanlı bir kurguya sahip olan roman, ilk bakışta sadece sıradan, gizemli bir olaylar bütünü olarak görünse de, derinlere inildiğinde çok farklı anlamlara kaynaklık etmektedir. Temelde, Mustafa Said’in ve romanın sonuna doğru eşi Hüsna’nın hayatının ayrıntıları etrafında dönen hikâyenin arka planında, zaman zaman hikâye içine serpiştirilmiş olan sömürgecilikle ilgili söylemler, Kuzeyli’nin Hartum’da okul açma gibi sömürgeleştirme yöntemleri, köyde gerçekleşen teknolojik gelişmeler (Nil Nehri üzerindeki su çarkları yerine pompaların kullanılması gibi) yanında kadınların sünnet edilmesi gibi kültürel öğeler, köydeki hastane ve okul eksikliği, geleneklerin insan hayatı üzerindeki aşırı baskısı gibi toplumsal sorunlar yer almaktadır. Romanda sömürgeciliğin izlerini, yavaş yavaş Sudan topraklarına ve Sudanlılar’ın içine işlemesini en çarpıcı şekilde, gerekli olan ile gerçekleştirilen arasındaki çelişkiyi ifade ederek göstermektedir:
Gemiler Nil’e ilk önce ekmek değil silah taşımak için açıldılar ve demiryolları aslında askerleri taşımak için çalışıyordu, okullarda bize onların dilinde ‘evet’ dememiz öğretiliyordu. Bize en büyük Avrupa zorbalığının virüsünü boşalttılar.(…) bin yıldan fazla zamandır taşıdıkları virüsü (83).
İngilizce, Fransızca, Almanca ve İbranice gibi birçok dile çevrilen Kuzeye Göç Mevsimi 2001 yılında Arap Edebiyatı Akademisi tarafından 20. yüzyılın en önemli kitabı ilan edilmiştir. Alman yazar ve gazeteci Stefan Weidner‘in ifadesi ile “Kuzeye Göç Mevsimi, sömürgecilik sonrası edebiyatın en iyi örneği bir tür avant la lettre! (çağının ötesinde)” (çev. Ogün Duman). Aynı konuya dikkat çeken Edward Said Kültür ve Emperyalizm adlı incelemesinde Tayeb Salih’ın kurgusunun bilinçli bir şekilde Joseph Conrad’ın Karanlığı Yüreği romanının kurgusunu tersine çevirdiğini söyler. Tayeb Salih, Conrad’ın beyaz adamının Kuzey’den Güney’e (Kongo’ya) olan yolculuğunu tersine çevirerek, siyah adamın Güney’den (Sudan’dan) Kuzey’e (Londra’ya) olan yolculuğunu anlatır. Said’e göre “[…] Sudanlı Tayeb Salih gibi romancılar, sömürgeci kültürün bilinmeyene doğru yolculuk ve araştırma gibi büyük klişelerini kendi kurgularına mal etmiş, kendi sömürgecilik sonrası amaçları yönünde sahiplenmiştir” (74).
Afrika ve Arap edebiyatının en önemli yazarlarından Tayeb Salih 1929 yılında Sudan’da Wadd Hamid köyünde doğdu. Hartum Üniversitesi’nde eğitim gördü. İngiltere’ye yerleşen Salih, uzun bir süre BBC’nin Arapça bölümünü yönetti, ardından UNESCO’da çalıştı. İngilizceye tamamen hâkim olmasına karşın eserlerini Arapça kaleme alarak direniş kültürünü benimsediğini tüm dünyaya ilan etti. Sadece dili ile değil seçtiği konularla da direnişi sürdüren Tayeb Salih’in Afrikalı veya Afrikalı Arap olarak toplumsal, dini ve siyasi kimliğini sergilediği romanları batıda ses getirdi ve pek çok dile çevrildi. Kısa hikâyeleri de modern Arap edebiyatının en iyileri arasında sayılan Salih’in Urs al Zayn (Zeynin Düğünü) romanından uyarlanan Arapça film 1976 yılında Cannes Film Festivali’nde ödüllendirildi.
tayen değil tayep salih, yani tayyip salıh
YanıtlaSil