David Harvey’in 2010 yılında kaleme aldığı, 2012 yılında Sel Yayınları’ndan Sungur Savran çevirisi ile yayınlanan Sermaye Muamması: Kapitalizmin Krizleri eseri 2008 krizi ekseninde kapitalizmin krizlerinin tarihini incelemekte. Kapitalizmin krizlerinin tarihini ele alan bir kitap ama 2008 krizini kavrayabilmek için. Harvey’e göre, günümüzde krizin neden olduğu sarsıntıları ve yıkımı, yaşadığımız koşulları kavrayabilmenin yolu kapitalizmin kriz yaratan içkin doğasını yani sermayenin akışını ve eğilimlerini anlamaktan geçer. “Sermaye, kapitalist olarak adlandırdığımız bütün toplumların siyasi gövdesine hayat veren kandır; bazen sızıntı halinde, bazen bir sel misali, yeryüzünün insan tarafından yerleşilmiş en ücra köşesine yayılır… Bu akışı kesintiye uğratmaya, yavaşlatmaya veya daha da kötüsü geçici olarak durdurmaya hele bir kalkışın; sonucunda günlük yaşamın alıştığımız tarzda devam edemeyeceği bir krizi ile karşı karşılaşırız kapitalizmin.” Özellikle kriz dönemlerinde kapitalizmin sürdürülemez bir sistem olduğu herkesin görebileceği şekilde ortaya çıkar. Sermayenin iktidarı yeniden üretilebilir ama bu toplumun pek çok şeyden feragat etmesi pahasına gerçekleşir.
Sermaye, krizlerini çözmekten ziyade, ya bir başka mekâna taşıyarak (meta ilişkilerine dâhil olmayan mekânları ve ilişkileri doğrudan metalaştırarak veya bazı alanları ve ilişkileri yeniden metalaştırarak), ya da bir sorundan başka bir soruna taşıyarak (sanayi sermayesinden finans sermayesine ya da bir sektörden diğer sektörlere yönelerek) erteler. Harvey’in analizlerini zenginleştiren kapitalizmin mekânla olan ilişkileri üzerindeki ısrarıdır. “Sermaye birikim süreçleri açıktır ki coğrafi ortamların dışında var olamaz.” Lakin sermaye bir paradoksla karşı karşıyadır: Bir yandan birikim önündeki tüm coğrafi sınırlar aşılmalıdır, diğer yandan ise realizasyonu yani üretim için paranın, üretim araçlarının ve emek-gücünün coğrafi olarak yoğunlaşması için belli bir coğrafyaya bağımlıdır. Söz konusu paradoksu aşmak için sermaye yaratıcı bir doğaya sahiptir ve gittikçe farklılıklaşan ve eşitsizlikle damgalanmış kendi coğrafyalarını üretir. Böylelikle krizlerini bir coğrafyadan diğerine taşıyarak erteler. 1973 krizi sonrası sermayenin Doğu ve Güneydoğu Asya’da yoğunlaşması sürecinde olduğu gibi.
Sermaye sadece farklı coğrafi mekânlara da taşınmaz, kendi mekânını yaratarak yahut varolan mekânları dönüştürerek krizlerini erteler. Bu bağlamda sermaye fazlasının emilmesi ve üretimin, tüketimin ve emek-gücünün örgütlenmesi için kentler inşa edilir. “Genel olarak mekânın, özel olarak da kentleşmenin üretimi, kapitalizm koşullarında büyük bir endüstri haline gelmiştir.” Günümüzde kentleşme ya da kentsel dönüşüm projeleri küresel bir olgu haline gelmiştir. Bu duruma dikkat çeken Harvey, özellikle Çin’in Afrika, Arabistan Yarımadası ve Ortadoğu bölgelerindeki kentleşme projelerini finanse eden merkezi unsur haline geldiğini belirtmektedir. Kentleşme ve küresel dönüşüm projeleri genellikle sabit sermaye yatırımlarını içermekte, uzun vadede sermaye için kar olanaklarını sınırlandırmakta ve coğrafi sınırları aşmak isteyen sermayenin önünde engel oluşturmaktadır.
Sermayenin kendi krizine ürettiği çözümlerden ikincisi ise sermayenin biçim değiştirmesi ve sorunu farklı sektörlere nakletmesidir. Kapitalist sınıf, eğer belli bir sektörde yeterli karı elde edeceğini öngöremezse ya yatırım yapmaz, ya da sermayesini daha karlı olduğunu düşündüğü sektörlere yöneltir. Sermaye herhangi bir sektörde üretim sürecini başlatmazsa finans sermayesi biçimini alır veya daha karlı bir sektöre yönelerek sanayi sermayesi haline gelir. Günümüzde genel olarak sermaye, finansal sermayenin hegemonyası altındadır. Bu üretimin gerçekleşmediği veyahut sanayi sermayesinin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Ancak kararlar ağırlıklı olarak finans sermayesi tarafından belirlenmektedir. Ama finans sermayesi diğer sermaye biçimlerine oranla daha fazla çelişkili ve krize meyillidir.
Sermaye Muamması’ndaki görüşleri takip ettiğimizde 2008 krizinin finans sermayesinin 1970 sonrasında giderek hâkim hale gelmesi sonucunda oluştuğu sonucuna ulaşırız. Kapitalizm ortalama yüzde üç oranında büyüme ile ancak yaşayabilir. Sermaye birikimi içkin olarak karın daha da fazlalaştırılmasına dayanır. Büyüme durduğunda sermaye krize girer ve “ölür”. Finansal sermayenin spekülatif ve üretime dayanmayan doğası ve kentleşmenin yarattığı sorunlar ve bir çok diğer faktörün bileşimi nedeniyle 2008 krizi meydana gelmiştir.
Krizi belirli temalar ve gelişmeler eşliğinde inceleyen Harvey son olarak “ne yapmalı?”, “ve de yapacak olan kim?” sorusunu sormakta ve cevap aramaktadır. Öncelikle Harvey “güleryüzlü kapitalizmin” mümkün olmadığı sonucuna varmaktadır: “Öğrenmesi gereken ilk ders de, etik, sömürücü olmayan, herkesin yararını gözeten toplumsal bakımdan adil bir kapitalizmin olanaksız olduğudur. Bu sermayenin yapmak istediği şeyin doğasına aykırıdır.”. Bu tespitine dayanarak “yapacak olanlar” için Harvey “hoşnutsuzların, yabancılaşmışların, yoksunların ve mülksüzlerin geniş ittifakı temelinde anti-kapitalist bir hareket” öneriyor. Harvey kitapta herkesin gündüz bile fenerle yanıt aradığı “ne yapmalı” sorusunu ise özetle şöyle cevaplandırıyor: “Kapitalizm asla kendiliğinde göçmeyecektir. İtilmesi gerekiyor. Sermaye birikimi asla durmayacaktır. Durdurulması gerekiyor. Kapitalist sınıf iktidarını asla gönüllü biçimde teslim etmeyecektir. Mülksüzleştirilmesi gerekiyor.” Harvey, bu muammayı çözmek için bir izlek sunuyor.
0 yorum:
Yorum Gönder