“İki aşamalı tek varlıktır” diyor Agamben, insan için. Marx bu noktada: “İnsana kendi dışındaki dünyaya inanmayı ilk öğreten şeydir aşk” diyor. Fizyolojik ya da genetik insan değil bahis. Sosyal antropoloji okumalarının yardımıyla; insani değerler üreten, buna sahip çıkan, çevresindekilerin tinsel gelişimine özen gösteren varlık bu önermedeki muhatap. Marx’ın aşk dediğine, şiir dedim varsayın.
Dayatılana razı olmak faşizmdir! Eğilleşmeye, dürtülmeye, güdülmeye zemin ve zaman mekânları oluşturmak faşizmdir. Edilgensiz buyurganlar olamaz. Boyun eğen kitleler olmadan diktatörler, çocuklar ve gençler olmadan da ebeveynler olamayacak. Sözü İlhan Selçuk’la bağlarsak şiire: “Şiir bir süreden beri toplumdan dışlandı; ama dünyanın ve insanlığın kurtuluşu için hepimiz şair duyarlılığına erişmek zorundayız” der bir yazısında. Dünyanın kurtulması ütopyasını geçiyorum, kurtulma umudunun yitmemesi, Pandora’nın kutusu için.
“İletişimin uğultusunun çok arttığı, her şeyin kapitalist çarklar içinde öğütüldüğü bir dünyada” lirik şiir “– enayi durumuna düşmeden ve yalan söylemeden – hala mümkün ve gerekli midir? Ve yeterli midir?” diyor, Orhan Koçak da. Bunların yanıtını ancak şiir verebilir. Ama nasıl bir şiir? Mesele şiirin neyliğinde. Dağlarca fısıldıyor: “Kişi hem bir saat gibi içinde bulunduğu süreç’i yazmalıdır, hem de bir pusula gibi varılması gereken yönü göstermelidir.” Gülten Akın ise: “Dünyaya bakmadan, sadece kendi kafası içinde olanlarla şiir yazmak benim pek aklımın alacağı bir şey değil. Oysa içinde biçem olan, yani hem biçimin hem özün bir arada, dengeli olabildikleri şiirlere gereksinimimiz var…”
Orhan Veli sorar: “İnsan toplum içinde yaşamasaydı yalnızlık duygusu diye bir duygunun var olduğunu bilebilir miydi?”. Bir arada olmaya tahammül edemeyeceğimiz bireyler hiç mi olmadı? J.P. Sartre’ın dediği gibi “Bize cehennem olan başkaları”. Şiirin şairi için de okuru için de bir ‘içe dönüş’ anahtarı olduğu varsayılırsa: İnsanın kuytusunu dolduran onlarca şey var yaşamda ve bunlar ilk bakıda şiirle ilintisiz dursalar da şiirin ta kendisi ya da astarı olabilirler. Şiir, nefes alma alanı açabilecektir size.
Genet, şiir-şair-yazı-yazarın sorumluluğu-şairin şiiri- şiirin şairi sorunsallarında bir dip örnek olabilir. Genet, kötülüğün tarihidir; anarşizm ve derin muhalefet konularında bir başyapıttır mutlaka. “Her estetikte bir ahlak vardır” saptamasını boşuna yapmamıştır Genet. Aktörel ve ideolojik olarak doyurucu olmayan estetik üç bacağı kırık masa kadar sağlamdır ancak. Bu estetikten yoksun şiirler, ancak analojik olarak kurgulanabilirler. Analojik şiirden sakınmak Eluard’ın önerdiği “durum şiiri” olabilir ancak.
Nedir durum şiiri? Eluard, modern şiiri biçimlendirmeyi deneyen konuşmasında; şiirin derin zekâ, sezgi, duyarlılık, libido ve gerçeğe dayalı bir yaratım olduğunu söyler. İmgelem gücünün özgür yaratısı olarak da tanımlayabileceğimiz modern şiir, böylece zekâ, sezgi, gerçek ve üst-gerçeği yüklenir. Bu şiir; zaman, uzam, nesne, doğayla insanın ilişkisini yeniden üretme girişimidir. Bu şiir her durumdan üretilebilinir mi? Evet, yeter ki şiir çalışanı birey bu ‘’herhangi’’ durum karşısında şair duruşunu korusun. O hal şairi yaralıyorsa, tin ve usunu kuşatıyorsa şiire zorlayacak, imgelem gücünü hareketlendirecektir. Esin kuramını bu çerçeveye taşımak akıllıcadır. Durum şiiri lirik şiirle çatışır savına katılmıyorum. Lirik şiirin içsel prensibi, durum şiirinin dışsal öğesine ayrım sunmaz. Başkalarının duyumsamaları da gözlem gücüyle liriğine katılabilecek, kolayca ötekileşebilecektir şair şiirinde çünkü.
İnsan dilinin tutsağıdır. Dili kadar düşünür, dili kadar yazar ve yaratır. Octavio Paz “Şiirsel yaratı öncelikle dile karşı bir öfkedir. İlk iş sözcüklerin kökünü sökmektir” derken, bu bozgunu vurgular.
Mutlaka güzellik ideolojik bir kavramdır. Gramsci’nin “biçim içeriktir” saptaması önemsenmeli. Ahmet Oktay’ın bir şiir ya da sanat eserinin kalıcılığı konusunda sarf ettiği; “o eserin güzel olması değil yapısıdır bunu belirleyen” söyleminin de algılanması gerekli.
Biçimindeki uyum ve ölçüsüyle hayranlık uyandıran bir yapıt, güzel bulunabiliyor kolayca. Bu yapılırken güzelliğin görme ve işitme duyularıyla algılanan bir nesneye indirgenmesinde bir sakınca görülmüyor. Böylece güzel kavramı estetik bir kategori olarak işlevsiz bırakılıyor. Bu değer yargılarının toplumsal oluşumu ve bireysel açılımının boşlukta kalmasına yol açıyor, şiirin gereksinim olduğu savı bu noktada örseleniyor.
Çağdaş şiir dilin kendiliğinden işlevsel yapısını yıkar, ancak sözlüksel temellerini bırakır geride. Sözcük içi boşalmış bağıntılar çizgisi üzerinde patlar. Bachelard ise “Şairlerin bize sunduğu hayaller karşısında – tek başımıza asla tahayyül edemeyeceğimiz hayaller karşısında – hayranlığın yol açtığı toyluk olağandır” der. Ancak şiir okuru, böyle bir hayranlığı edilgence yaşamakla yaratıcı hayal gücüne yeterince derinlemesine katılamaz. Hayal fenomenolojisi yaratıcı hayal gücüne katılımı etkinleştirmemizi bekler. Ampirik bir betimleme nesneye köle olmayı getirecek, özneyi edilgenlik içinde tutmak için bir yasa oluşturacaktır. Şairin ruhu, her tür hakiki şiirin bilince yönelik açılımını, poetik hayal gücünün yönelmişliğiyle bulur.
Eagleton “Bir şiir, sözel açıdan yaratıcı, satırların nerede biteceğine yayıncı veya kelime işlemcinin değil yazarın karar verdiği, kurmaca bir ahlaki ifadedir” der. Şiir öncelikle uyak, ölçü, ritm, imgelem, söyleyiş veya sembolizm ve benzeri şeylerin hiçbirine başvurmaz. Bunları kullanmayan şiirler olduğu gibi, kullanan düzyazılar vardır. Eagleton “ahlaki ifadenin” açılımını şöyle yapar: “Şiir insani değerler, anlamlar ve amaçlarla ilgilenir.” Malzemeleri ne kadar özel olursa olsun bir şiir yazma ediminin kendisi, kendisine verilecek tepkinin kısmi toplumsallığından ötürü ahlakidir de denebilir.
Çağdaş şiir, asla tek bir anlamı olmayacak bir biçimdir. Makul biçimde bu anlama sahip olduğu yorumunda bulunabileceğimiz her anlama gelebilir. Bu bağlamda şairine "Bu şiirde ne anlatmak istedin?" diye sormak yersizdir.
İletişim ve diyalog modern zamanlarda yeni ve özgül bir ağırlık ile acillik kazanmıştır. Zira modern zamanlarda öznellik ve içedönüklük, hem daha zengin hem de daha kapana kısılmış bir gelişme gösterir. İletişim hem umarsızca bir gereksinim, hem de hazzın kaynağı haline geliyor.
Modern olmak, paradoks ve çelişkilerle dolu bir hayat sürdürmek demektir. Çağdaşlık, ortak yaşamları kontrol etme ve çoğu zaman yok etme gücüne sahip devasa bürokratik örgütlerin gölgesinde yaşamak ama gene de bu güçlerin karşısına çıkmaktan, dünyayı değiştirmek ve bizim kılmak için savaşmaktan bir an olsun caymamak demektir. Modern olmak, Marx’ın deyişiyle “ katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği”bir evrenin parçası olmaktır.
Her yeniden okumada yeni bir anlamlaşmayı barındıran ve bu yetisiyle asla metalaşamayan şiir, yeniçağ duvarlarını aşındıracak ince bir sezgiyi de sırtlayabilecek gibi. Süregelmiş iktidarların, güç odaklarının tek ezber bozucusu; imgelemlerin sırtladığı, sarsıcı bilinç olsa gerek şiirin özü. Bilinçaltı ve bilincin eşsiz, biricik harmonisi.
Şiir yazmanın da, şiir okumanın da artan sorumluluğu bir kere daha kendini göstermiştir ki; şairlik edimi, oturaklı okumalarla donanmış birikimi, inanç ve direnç sistemini gereksinir. Bunları sağlamadan sahaya çıkıyorsak, tutkuyla sarıldığımız zaman birimini boşa döndüreceğiz.
0 yorum:
Yorum Gönder