Mekân Toplum ve Siyaset Üzerine (Gürkan AKGÜN)

“Mekân” konusunda giderek daha çok kelâmın edildiği bir dönemi yaşıyoruz. Çünkü özellikle 2000’li yılların sonrasında mekân ülkenin temel ekonomi politikalarının merkezine yerleşerek bir sermaye biriktirme aracı haline geldi. Kentlerin bizzat kendisinin pazarlandığı, birbiriyle yarıştırıldığı bir dönem elbette ki, daha da keskinleşen eşitsizlik biçimlerini beraberinde getiriyor. Yıllardır oturduğumuz evimiz, sokağımız, okulumuz, hastanemiz, mahallemiz, kentimiz, köyümüz, derelerimiz, ormanlarımız birer yaşam alanı olmaktan çıkıp piyasa terimleri ile açıklanır hale geldikçe mekân, sınıf çelişkilerinin daha da belirginleştiği bir mücadele alanına işaret ediyor.

“Kentleri Savunmak” adıyla okuyucularla geçtiğimiz ay buluşan kitap, tam da 2000 sonrası kentleşme süreçlerini anlamak, mücadele deneyimlerini geleceğe aktarabilmek amacıyla hazırlanmış bir derleme. Gerçekten takip edilmesi, anlamlandırılması güç bir döneme dair bir tanıklık ve çözümleme çabası. Her gün bir yenisi çıkan yasalar, hazırda bekleyen tasarılar, günbegün birbirini tutmayan siyasi demeçler, yıkılan evler, yapılan AVM’ler, köprüler, duble yollar, HES’ler, portlar… Geçmiş dönemde de durum böyleydi elbette ama dünyanın değişen iktisadi yapılanması ve Türkiye’de kapitalizme biat etmekte sınır tanımayan tek parti rejimi bugün mekânın topyekûn dönüşümünü ve bu dönüşümün hayatlarımıza daha yıkıcı bir şekilde sirayet edişini hızlandırdı.

NotaBene yayınlarından yayımlanan kitap, “Aysun Koca, Çare Olgun Çalışkan, Esra Kaya ve Gürkan Akgün”ün editörlüğünde kolektif bir çalışmanın ürünü. Hikayenin başlangıcı 2005 yılına dayanıyor. Kent meselesi ile ilgilenen bir grup araştırmacı tarafından BirGün Gazetesi'nde haftalık olarak hazırlanan “Kent Sayfası”, 2010 yılına kadar yayın hayatını sürdürdü. Kolektif bir ekip tarafından hazırlanan bu sayfada 100’ün üzerinde yazar tarafından hazırlanan dosya ve yorum yazıları ile Türkiye’nin yoğun mekânsal gündemi haftalık olarak izlenmeye çalışırken, yer yer eylem, mücadele ve kampanyaları, önemli basın açıklamalarını sayfaya taşıyarak kentsel-toplumsal muhalefetin de bir yandan sesi, diğer yandan da tartışma zemini olma çabası sergilendi.

Kentleri Savunmak ise, bu dönem içerisinde yayınlanan yazıların yeniden değerlendirilerek derlenmesi ve yeni yazı ve röportajlar ile bütünlüklü olarak 2000 sonrası kentleşme pratikleri ve mücadele deneyimlerine odaklanıyor. Akademi, meslek örgütleri, sendikalar, kentsel hareketler, yerel inisiyatifler gibi bizzat konunun uzmanı ve muhatabı olan 50’nin üzerinde yazar tarafından, bu süreçte kentlerin gündemine gelen yasa, uygulama, proje, tartışma vb. müdahaleleri anlamaya ve genel okuyucunun kavrayabileceği şekilde ifade etmeye çalışıyor. Kentsel dönüşümden, kırda yeniden yapılanmaya; ekolojik tahribattan, kentsel/toplumsal muhalefete kadar birçok konu, teorik boyutu ve güncel gelişmeleri ile ortaya konuluyor.

Kitabın içeriğine biraz daha derinlemesine bakarsak, ilk bölüm yukarıda da bahsedildiği gibi, yeni çağın ilk on beş yıllık dönemini geride bırakırken, tüm bu süreci gerek bir bütün halinde anlamlandırabilmek ve geleceğe dair öngörülerde bulunabilmek, gerekse de 2010 yılı sonrasında yaşanan gelişmeleri de değerlendirebilmek amacıyla Kent Sayfası editör grubu tarafından hazırlanan yeni yazılar ve röportajlarda oluşuyor. İkinci bölümde ise BirGün Gazetesi, Kent Sayfasında yayınlanmış olan yazılardan bir seçki var.

Bu dönem itibariyle İstanbul’un pazarlanma süreci ve küresel sermayenin İstanbul’a çekilebilmesi amacıyla birçok projenin burada yoğunlaşması, kitabın kapsamında da İstanbul’a yoğunluğu arttırmış durumda. Galataport, Haydarpaşa, 3. Boğaz Köprüsü, Sulukule, Tarlabaşı, Taksim, Kültür Başkentliği gibi birçok konu inceleme konusu. Ancak bununla birlikte Van Depremi'nin yansımalarından, Ankara’da Melih Gökçek’li yıllara, Dersim’deki baraj inşaatından, Trabzon, Adana, Konya, Gaziantep ve daha birçok kentte farklı açılardan kapitalizmin mekândaki yansımalarını analiz eden, bu süreçteki gelişmeleri derli toplu aktarmaya çalışan yazılar yer alıyor.

Fatsa’dan Dikili’ye yerel siyaset deneyimleri, sağlık sistemindeki dönüşümünün kent yoksulluğuna etkileri, kent ve sanat ilişkisi, hamalların kent mekânında ve çalışma yaşamında örgütlenme biçimleri, engellilerin kentsel yaşama katılımı, 2B’ler, TOKİ’ler, kentsel dönüşümler, bitmeyen konut sorunu, bitmeyen sürgünler ve bitip tükenmeyen AVM’ler, rezidanslar gibi mekân üzerinde kesişen birçok farklı konu kitabın muhtevası içerisinde. Bu arada, Türkiye dışına mercek tutarak çeşitli paralellikler ve karşıtlıkların altı çiziliyor. Kente ve kentleşme, kırdan, tarımdan, doğadan bağımsız algılanamayacağından kırsala, çevreye dönük müdahalelere de kitapta yer verilmiş durumda. Tüm bunların arasında da kent ve mekâna yönelik lezzetli, zihin açıcı yorum yazıları da mevcut. Büyük gündemlerin arasında kimi zaman unutulan daha az hatırlanan ama gündelik hayatı anlama çabası ve değiştirme umudu az çok tüm yazılara sirayet etmiş diyebiliriz.

Kitabın kapsamı içindeki yazıların hâlâ mekân üzerindeki araştırma ve tartışmaları etkileme gücü bulunuyor. Çünkü 2000’li yılların başlarında gündeme gelen bu projeler halen daha sıcaklığını koruyor. Kentsel dönüşüm, yeni yasal süreçlerle yeniden şekillendirilirken, 3. Köprü, Galataport’un ihale süreçleri devam ediyor, tüm bunlar ekseninde kentsel muhalefet, hukuki mücadele ve tartışmalar da güncelliğini koruyor.

Bunun yanı sıra, İstanbul’a 3. Havalimanı, olimpiyatlar ve daha nice çılgın projeler de bir bir ortaya çıkmaya devam ediyor. Toplumsal belleğimizin zaten zayıf olduğu ve sürekli değişen ve takip edilmesi zor olan gündemin takip edilebilmesi için bu ve benzeri çalışmaların sayısının artması son derece önemli. Ana akım medyada ve iletişim ağlarında sözü edilmeyen, suskun bırakılan tüm bu devasa gökdelenlerin, şatafatlı projelerin altında yaşamları giderek zorlaşan, kaybeden konumuna itilen toplumun geniş kesimleri açısından başka bir kentin ipuçları geçmişin hafızası, deneyimleri, bugünün mücadele pratikleri ve insanca yaşanabilir bir kentin tahayyülü ile ancak gerçekleşebilecek. Bu yüzden toplumun büyük bir kesimi bugün siyasetsizleştirilirken, kent meselesi gündelik hayatı politikleştirme açısından birçok fırsatı önümüze seriyor.

Mekân bir yandan sermaye/iktidar tarafından şekillendirilirken, tüm bu eşitsizliklerin görünür kılındığı mücadele alanına işaret ediyor. İnsanların giderek başka bir alternatif olmadığına ikna edildiği, bu yıkıcı kentleşme süreçlerine rıza göstermek zorunda bırakıldığı bir dönemde; toplumcu, eşitlikçi, demokratik, doğadan ve bilimden yana bir kent yaşamının örgütlenebilmesi yolundaki adımlar “Kentleri Savunmak”tan geçiyor.


0 yorum:

Yorum Gönder