Yeni tip stratejiler
Kapitalist devletler savaşlara katılma gerekçelerini ve lojistik güçlerini “etkin” ve “hesaplı” kullanabilme ilkesi gereği maliyeti ve riski bölüştürebilecek paydaşlar, yerleşik otoritelerden rahatsız gruplar arayışına yönelmiştir. Paydaşlar özellikle belirli coğrafyalardaki “sivil toplum” içinden seçilerek küresel sermayenin bölgesel çıkarlarının toplumsal taşıyıcıları konumuna getirilmektedir. Böylelikle savaşların başlatıcısı olan devletlerin “insani müdahale”, “demokratikleştirme”, “dünya barışı” gibi başlıklar etrafında kapitalist veya ülkesel çıkarlarının toplumsal ve maddi çıktılarının sorgulanabilirliği azaltılmaktadır. Artık küresel güç denilebilecek ülkeler, savaşların meşru gerekçelerini inşa etmekte ve bu gerekçeleri küresel çapta benimsetebilmekte kredibilitelerini doldurmuşlardır.Bugün kapitalist devletlerin benimsediği askeri müdahale biçimi, asimetrik karakterdeki toplumsal hareketlerin ayarlarıyla oynamaktır. Belirli coğrafyaları yeniden düzenleme ve paylaşma stratejilerine göre uzun erimli planlara girerek kendilerini konumlandırmaktadır. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile başlayan süreçte yerleşik otoritelere karşı muhalif grupların desteklenmesine ilişkin strateji BOP’un doğrudan kim tarafından uygulanmaya konması nedeniyle sorgulanır bir pozisyonda verili coğrafyalarda (farklı ideolojik varyasyonlara göre) anti-emperyalist damarları kabarttı. Bu nedenle BOP siyasi düzeyde tarafların birbirini suçlamak veya olumlamak için kullandığı bir argüman havuzuna dahil olurken toplumsal açıdan uygulanabilirliği için gerekli rızayı üretmekte zorlandı. Bu nedenle BOP ile başlayan muhaliflerin desteklenmesine yönelik stratejik öğe yeniden işlendi. Güney Akdeniz Havzasında domino taşı etkisi yaratan isyan dalgasının özellikle Libya aşaması sonrasında küresel güçlerin konvansiyonel savaş mantığının yerine BOP tipi yöntemler izlediğini gördük. Muhalif yerel gruplar arasında ideolojik ve ekonomik düzeyde ilişki kurabilecekleri hızlı kadro devşirme operasyonlarına yönelerek isyan dalgası içinden dolaylı olarak egemen güçlere avantaj sağlayabilecek çatlaklar yaratmaya koyuldular. Özellikle Libya’da muhaliflere insansız hava araçları ile sağlanan periyodik istihbarat, lojistik sevkiyatının sıklaştırılması ve silahlı köktenci İslamcı gruplardan takviye edilen militanlarla “özgür orduların” kapasitelerinin arttırılması gibi operasyonel destek bizatihi küresel güçler tarafından sağlanmıştı. Şimdi ise yanı başımızda Suriye’de benzer bir süreç işletilmeye çalışmaktadır. Tepeden demokrasi bahşetmenin dünya halkları nezdinde söylemsel geçerliliğinin kalmaması nedeniyle küresel güçler riskleri paylaştırabilecekleri yerel ortaklar yaratmaktadır. Suriye’de muhaliflere anti-tank roketlerinin, uçaksavar bataryalarının ve mühimmat tedarikinin arkasında bulunan küresel güçler, Türkiye’yi ise ikmal ve eğitim-lojistik destek sahası olarak görmekte; böylelikle Suriye içinde ve dışında yerleşik otoriteye karşı yürütebilecekleri bir savaşa devam etmektedirler.
Dikenlerin temizlenmesi
Bu mantıkla hareket edilen “savaş yönetişimin” emperyalistlere sağladığı avantaj şudur: Ekonomik olduğu kadar ideolojik düzeyde, küresel-mekânsal yeniden yapılandırma süreçlerinde kendilerine ayak bağı olarak gördükleri iktidarları doğrudan karşılarına almadan, savaşların gerekçelerini ve hesaplanabilen ve hesaplanamayan sonuçlarını saklayarak, geniş bir rıza üretiminin sağlanmasıdır. David Harvey’in yaptığı ülkesel ve kapitalist mantığın gerilimli ilişkisine göre cereyan eden savaşlar, “ezen” “ceberut devlet” ve “ezilen” “masum” “sivil toplum” ikilemine büründürülmekte, sivil üniformalı askerler ile yürütülen savaşların bilançosu masumane gösterilmeye çalışılmaktadır. Böylelikle yönetişimsel bir paradigma içinden savaşlara ampirik düzeyde ve ideolojik düzeyde meşrulaştırma ölçeği sağlanmaktadır. Savaş tazminatları, ele geçirilen bölgenin doğal kaynaklarının paylaşımı, çeşitli altyapı ve enerji ihalelerinin alınması gibi ekonomik ve diplomatik “kazanımlar” yanında, evrensel sermaye mantığının küyerelleşme (glocalize) sürecinde ket vurabilecek dikenler temizlenmektedir.Son olarak yeni tip müdahale biçimi olarak savaşın yönetişimsel mantığını “ülkesel söylem” üzerinden değerlendirebiliriz. Ali Murat Özdemir’in Ulusların Sefaleti’nde belirtildiği üzere ülkesel söylem, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesinde nirengi noktasının somut ülkeler olduğu varsayımından hareket etmektedir. Bu söylem tipine göre devletler ve sınırları içindeki kitlelerin durumları sınıfsal içerimler üzerinden işlenmektedir. Savaşların ortaya çıkışında yahut küresel emperyalist güçlerin kendiliğinden ortaya çıkan toplumsal hareketleri ayartma hamlelerinin hepsi ülkesel söylemin maddiliği üzerinden okunmalıdır. Böylelikle savaşların risk paylaştırma stratejilerinde yeni tip müdahale biçimleri ayakları üzerine oturtulabilir.
Zabcı, Filiz Çulha, Dünya Bankası: Yanılsamalar ve Gerçekler, Yordam Kitap, İstanbul, 2009.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder